Amber
Karman çormandım.
Aynı anda o kadar çok şey hissediyordum ki çok kahve içmişim gibi kalbim pır pır atıyordu. Oldukça duygusal bir gün geçirmiştim. Her anlamda. Audrey ve Miley'nin minik düğünü, Miller'ın dönüşü, Max'in yadsınamaz varlığı ve Hawk'ın tavrı...
Yanaklarımın içini havayla doldurup iç geçirdim. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Ona kızgındım. Beni partinin ortasında önce terslemiş sonra bırakıp gitmişti. Yaptığının saygısızlık olduğunu düşünüyordum.
Bugünün ardından onu görmeye çok da hevesli olmadığımdan kendi daireme gelmiştim ama içeri girdiğimde salonun ışıklarının açık olduğunu gördüm. Anahtarları kenara bırakıp ayakkabılarımı çıkarttım ve daireye girdim.
Salonda oturuyordu. Elindeki kadehte viski olduğunu tahmin ettiğim kehribar bir içki vardı. İçeri girdiğimde kadehine bakıp içindekini bir yudumda bitirdi. Siyah saçları dağılmıştı. Gözlüğü burnunun ucuna kaymıştı ama bu haliyle bile çok hoş görünüyordu. Hala düğüne gelirken giydiği beyaz gömlek ve beyaz kotlaydı. Saçlarını geriye atıp kafasını kaldırdı ve bir açıklama bekleyerek bana baktı.
Ona nasıl bir açıklama sunabileceğimi bilmiyordum. Kısa bir süre öncesine kadar, geçmişime sünger çekmiştim. Utandığım için değil. Yaptığım hiçbir şeyden utanmıyordum. Sadece benim için bunları birilerine açmak çok zordu.
"Bunca senedir bir kez bile sana kızdığımı hatırlamıyorum." Sesi, sinirli bakışlarının aksine oldukça hüzünlüydü. "Ama bugün ilk kez... Bugün ilk kez gerçekten sana sinirlendim."
Ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım.
"Sen benim en yakın arkadaşımsın. İlk öpüştüğüm kızdan senden önce bir şeyler yaşadığım son insana kadar hayatımdan geçen herkesi biliyorsun. Ailemi tanıyorsun. Bütün arkadaşlarımı... Oysa bugün, o partiden çıktığımdan beri seninle ilgili bildiklerimi düşünüyorum da... Kendimi o kadar kötü hissediyorum ki."
Bir öfke patlaması beklemiştim. Bir öfke patlamasına hazırlıklıydım. Ama karşımda bulduğum hüzün ve kırgınlığın beni hazırlıksız yakaladığını söylemek yerinde olurdu.
Önündeki sehpanın ucuna iliştim. "Hawk..."
"Seni tanımıyorum," dedi bir an sonra. Bunu beni suçlayarak söylememişti. Bunu üzerinde oturudğu koltuğun orman yeşili olduğunu söyler gibi söylemişti. "Bunca senedir her şeyden bahsettik. Her konudan konuştuk. Birbirimizle her şeyi paylaştık, diş fırçamızı bile." Bunun anısı gülümsememe sebep oldu, geçen sene beraber tatile gittiğimizde diş fırçamı tuvalete düşürmüştüm ve o bana kendininkini vermişti. Normalde iğrenç bulacağım böyle bir şeyi onunla hiç problem etmeden paylaşmıştım.
"Beni tanıyorsun," dedim ona uzanıp. Saçlarını geri ittim, gözlerinin içine baktım. "Ben Amber'ım. Zeytin yemem. Aynı kitabı defalarca okurum. Aynı şarkıyı haftalarca dinlerim. Canım sıkkınken susarım. Uyurken sana sarılmayı senin bana sarılmandan daha çok severim. Biraz gıcık bir insanım. Oldukça inatçıyım. Ben buyum."
Hawk'ın sinirli ifadesi yumuşadı ve yüz hatlarına da sesine yansıyan hüznün aynısı yerleşti. "Bunların hepsi olduğunu biliyorum. Daha fazlasısın, aslında. Çok daha fazlası. Ama seni bu insan yapan hiçbir şeyi bilmiyorum. Oldukça varlıklısın, bunu biliyorum. Bunu yanlış bulmuyorum. Aileni tanımıyorum. Ailenden hiç bahsetmiyorsun. Arkadaşlarını... Arkadaşlarının hiçbirini tanımıyorum, iş arkadaşların dışında ki onları da zaten ortak olarak tanıyoruz..."