Bölüm 13

203 19 14
                                    

Bu bölümü aşırı seviyorum, aşırı, aşırı, aşırı. Lütfen yorum yapın, sizin ne düşündüğünüzü öğrenmek için ölüyorum 😂

Maximillian

Karşımdaydı. Ofisimde, daha önce defalarca beni görmeye geldiği yerde ama artık buraya ait durmuyordu. Masanın önündeki koltuğun ucuna ilişmişti ve oldukça gergin görünüyordu. Kısa saçları dağınık bir topuzla tutturulmuştu ama dağınıklığında bile bir iş şıklığı vardı. Her zamanki gibi göz kamaştırıcıydı.

Son bir haftadır her gün yaptığım gibi bir kez daha bunu neden yaptığımı sordum kendime. Neden onunla görüşmeyi kabul etmiştim? Neden yanan arsanın sigortasıyla, yeni birleşmelerle, şirket yönetimiyle burnuma kadar yapılacak işlere gömülmüşken haftanın bir gününün kocaman bir saatini onunla yapacağım röportaja ayırmıştım? Kaşımayı engelleyemediğim bir yara gibi hissettiriyordu bu. Onu izlerken midemde acıyla karışmış bir haz hissediyordum. Onu izleyebilmeyi özlemiştim. Bakmak ama dokunamamak gerçek bir içsel çatışmaya sebep olsa da buna değerdi.

"Teşekkür ederim," dedi Amber asistanım çıktıktan sonra. Asistanım Amber'dan hemen önce odaya girip bugün yapılacakların listesini vermişti, akşam dokuza kadar toplantılarım vardı ve on birde de İngiltere'ye uçacaktım. Amber'ın asistanı dinlerkenki ifadesi paha biçilmezdi; aynı anda hem etkilenmiş hem de bana acımış gibi görünüyordu.

"Benim için bir zevk," dedim ona bakmayı sürdürerek. "Bir şey içer misin?"

"Su alabilirim, teşekkürler." Sürekli teşekkür etmesine gülsem de ikimiz için de su isteyip çantasından minik bilgisayarını ve ses kayıt cihazını çıkartan Amber'a baktım. Düğünden bu yana bir hafta geçmişti ve bir hafta öncekine göre yorgun ve biraz da ince buzun üstünde yürüyormuş gibi tedirgin görünüyordu. Nesi olduğunu sormak istedim. Kabus mu görüyordu yine? Yoksa sadece benim yanımda olmaktan ötürü müydü bu hali?

"Eğer hazırsanız başlayalım, Bay Black."

Ona dik dik baktım. "Hayır, Amber, bunu yapmayacağız. Ben Bay Black değilim. Ben Max'im."

Amber bir an bocaladı. Benimle göz göze gelmemeye çalışıyordu. Bense ona dik dik bakmaya devam ettim. "Peki." Boğazını temizledi. "Peki, Max." Bir kez daha. "Öncelikle teşekkür ederim. Çok yoğun çalıştığını görebiliyorum. Bana zaman ayırdığın için minnettarım."

"Senin için her zaman," dedim gülümseyerek. Bu cümle karşısında biraz daha bocalamasını eğlenerek izledim. "Te-teşekkürler."

Gülmemek için kendimi tuttum ama bu kolay olmadı.

"Bu kadar yoğun çalışmak nasıl bir şey?" diye sordu not almak için bilgisayar ekranına bakarak. Bilgisayar ekranına bakmasını istemiyordum. Bana bakmsını istiyordum. Benimle iletişim kurmasını istiyordum. Ve bu, böyle olmayacaktı.

"Benimle gel," dedim koltuğumdan kalkarak. Amber bir an çözmeye çalışırcasına beni süzdü, sonra bilgisayarını ve kayıt cihazını alıp oturduğu koltuktan kalktı.

Ofisin içine kurulu minik bir dolaba girdik, dolap birkaç adım sonra sola dönüyordu ve dar bir merdivenle ofisteki işlerimin uzadığı gecelerde ya da eve gitmeye gerek görmediğimde kaldığım minik daireye çıkıyordu. Birkaç sene önce üst kattaki iki ofisi birleştirerek yaptırdığım daire oldukça salaş tarzdaydı, yerden tavana kadar uzanan camlar sayesinde aydınlıktı. Amber'ın an be an huzursuzlandığını görebiliyordum ama bunu kısa zamanda geçirebileceğimi umuyordum. 

Pencerenin önündeki tek koltuğu işaret ettim. "Eğer biraz rahatlamazsan bu röportaj bir yere gitmeyecek," dedim mini mutfaktaki kahve makinesine yürüyerek. "Ve bu kadar rahatsız olduğun bir röportajı yapmak için iyi bir sebebin olduğunu düşünüyorum. O yüzden bunu batırmana izin vermeyeceğim." Filtre kahve saniyesinde alttaki demliğe akmaya başladı. 

Düşmeme İzin VermeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin