Selam. Ben dünün pazartesi oldugunu bugün hatirladim. Mazur görün. Öptüm.
Maximllian
Günlerin bu kadar yavaş geçtiğine daha önce hiç şahit olmamıştım. Otuz altı yıllık hayatımda yapmayı bu kadar çok istediğim bir şey varken bu kadar elim kolum bağlı kaldığım tek sefer, kaçırılan sevgilimi bulmaya çalışıp sonuçsuz kaldığım o lanet olası günlerdi. Hayat Amber söz konusuyken garip şekillerde tekerrür ediyordu.
Geçen yirmi altı günün her birini tek tek saymış, her birinde ne yapabileceğime dair kafa patlatmış, bazen çaresizlikten çıldıracağımdan emin olmuş, bazen her şeyi bir kenara bırakıp bodoslama hareket etmenin kıyısına kadar gelmiştim.
Mesela şu an o anlardan biriydi. Kıyıya fazla yakın dikiliyordum. Tek bir küçük adımla birlikte düşmem an meselesiydi.
Prior Dergisi'nin ana binasının önünde dikiliyordum. Buraya kasten gelmemiştim, birkaç blok ötede bir sanat galerisinin alımıyla ilgili teklif vardı ve ben, geleneksel olmayan bir şekilde bu tarz tekliflerde galerinin etrafında gezinmeyi tercih ediyordum. Etrafta gezinirken dergi ana binasının dış cephesindeki dev harfler dikkatimi çekmişti.
Bu, son yirmi altı gündür ona en yakın olduğum an olabilirdi. Şu an önünde dikildiğim binanın içinde bir yerlerde, bir bilgisayar başında oturmuş, sürekli gözünün önüne düşüp onu sinirlendiren bir tutama sinirleniyor olabilirdi.
Onu görmek istiyordum. Ama o geceden sonra bir daha hiç görüşmemiş, konuşmamıştık. Bir anda karşısında belirip var olduğunu umduğum şansımı da kaybetmek istemiyordum.
Tam binanın önünden yürüyüp geçeceğim sırada, binadan bir kadın çıktı. Elleri kolları kağıtlarla doluydu, saçları dört bir yana dağılmış, gözlüğü suratında yamulmuştu. Kapıdan çıkarken çantasında bir şeye uzanmaya çalıştı ve sadece bir saniye sonra, elinde tuttuğu kağıtlar dört bir tarafa dağıldı.
Ne klişe ama.
Yine de eğilip kadının panikle toplamaya çalıştığı kağıtlardan kendi tarafıma uçmuş olanları topladım. Bu devirde kim hala kağıt kullanıyordu ki? Teknolojinin dört bir yana saçılma tehlikesinin daha az olmasının yanı sıra doğayı katletmemek gibi hoş bir artısı vardı.
Topladığım kağıtları ona uzattığımda, kendisi de etrafa yayılan kağıtları zaptetmeyi başarmış olan kadın elimdeki desteye bakıp minnetle gülümsedi. Ardından gözleri yüzümü buldu ve kaşlarını çattı. "Maximillian Black?"
Şaşkınlıkla ona bakıp kafamı salladım.
"Tris Kaplan. Prior Dergisi baş editörüyüm."
Bu ismi bir yerden hatırlıyordum. Aklım Audrey'nin düğününe kaydı ve gözlerimin önünde Amber belirdi. "Tris bunu duyunca çok üzülecek," deyişini anımsayınca hafifçe gülümsedim. Demek Amber'la yaptığım röportajdan o sorumluydu. "Tanıştığımıza memnun oldum," dedim ellerimi ceplerime iterek.
Tris kağıtları daha düzenli bir şekle sokmaya çalışırken konuştu, "Dergimize verdiğiniz röportaj gerçekten harikaydı. Dürüstlüğünüz ve içtenliğiniz... Hisleriyle ilgili bu kadar açık olan adamlar olduğunu bilmek çok güzel."
Hislerim konusunda açık olmak benim en güçlü yanlarımdan biri değildi ama söz konusu Amber Lacombe olduğunda onları saklayabildiğim ya da dizginleyebildiğim söylenemezdi. "Aslında olay daha çok röportajı yaptığım kişiyle alakalıydı," dedim Amber'ın buradaki rolünü vurgulamak isteyerek. "Amber'la ben birbirimizi çok eskiden tanıyoruz. Onunla konuşmak öylesine bir gazeteciyle konuşmaktan farklıydı." Gerçekten öyleydi.