Bölüm 26

158 16 17
                                    




Maximillian


Ellie, kişisel numarama Amber'ın geldiğini haber veren bir mesaj gönderdiğinde Avustralya'da bir iş toplantısındaydım. Dünyanın öbür ucuna ışınlanmanın bir yolunu aradım ama tek yol uçmaktı. Ve uçmak en az yirmi saat sürecekti.

Belki de özel jete atlayıp yirmi saatlik yolculuğu başlatmadan önce Amber'ın neden geldiğini öğrenmem daha mantıklı olurdu ama kafamda sadece, "Geldi," cümlesi dönüyordu. Terfi yemeğinden sonra ondan bir tek kelime bile duymamıştım. Konuştuklarımızı kafamda defalarca kez evirip çevirmiş ve bir noktada, onu fazla zorladığıma kanaat getirmiştim. Ona kızmıştım, başkalarıyla olmamızın saçmalık olduğunu, birbirimize hissettiklerimizi göz ardı etmemizin aptallık olduğunu söylemiştim yani pratikte ona yeniden beraber olmamızı önermiştim. Sonra ona her zaman yanında olacağımı söyleyip gitmiştim. Fazla üstüne gittiğimi sonradan fark etmiştim ama artık çok geçti. Nişanlısı o gece beni delirtmişti ve Amber'ın, kendisiyle ilgili böyle şeyler düşünen bir adamla olmasına sinirlenmiştim. Benimle olsa onu her şeyden sakınırdım ben, geçmişi yüzünden onu yargılamaz, onun için çok önemli bir gecede ne olursa olsun kavga çıkartmazdım. Eğer o gece oraya gittiğimde Amber'ı mutlu ve huzurlu görsem onu geri kazanma planımdan vazgeçebilirdim bile ama... Ama o onu hak etmeyen biriyleydi. Ben onu hak etmek için her şeyi yapabilecekken beraber olmayı seçtiği adam saygısız ve bencildi. Elinde ne kadar değerli bir şey tuttuğunu bilmiyordu. Buna duyduğum öfkeyle o gece yanına gittiğimde, belki de daha uzun bir sürede, daha üstü kapalı söylemem gereken şeylerin hepsini bir anda ortaya dökmüş ve muhtemelen her şeyi berbat etmiştim.

Dolayısıyla Amber'ın sesinin çıkmamasını ya da herhangi bir hamlede bulunmamasını, beraber olduğu adamla kalmaya devam ettiği şeklinde yorumlamıştım. O gece o kadar üstüne gittikten sonra bir daha aramak, gitmek akla yatkın gelmemişti, söz konusu Amber olduğunda gurur gibi saçma hislerin hepsini bir kenara bırakabiliyordum ve zaten ne aramamamın ne gitmememin sebebi gururdu. Sebep onu tanımamdı. Amber'ı yapmak istemediği bir şeye zorlayamazdınız. Yapmak istediği bir şey varsa da onu durduramazdınız. Beklemekten başka yapabileceğim bir şey olmadığını kabullendikten sonra herhangi bir yerden, herhangi bir şekilde bana ulaşmasını beklemeye başlamıştım ve otuz gün, beklemek için uzun bir süreydi. Dolayısıyla Ellie'nin mesajıyla birlikte beklemeye daha fazla devam edememiştim.

Çünkü gelmişti.

Geçtiğimiz bir ayda onun beni aramasını beklemiş olabilirdim ama beklerken boş durmamıştım. Gelirse diye... Ararsa diye... Gelirse bu sefer gitmesine izin vermeyeceğimi biliyordum. Gelirse bu sefer bunun öylesine bir ilişki olmayacağını biliyordum, bir kez gitmesine izin vermiştim ve bunu bir kez daha yapmayacaktım.

Uçaktayken Miller'ı arayıp yardımını istemiştim. Bunca seneden sonra bana neden yardım etmeyi kabul etmişti, bilmiyordum ama telefonu açıp hattın ucundakinin ben olduğumu anladığında gülümsediğini hissetmiştim, sanki ondan yardım istememi bekliyordu. Ona kafamdakileri anlatmıştım ama Amber'ı bana getirecek birine ihtiyacım vardı ve Miller'dan daha iyi bir seçenek gelmiyordu aklıma.

Los Angeles'ta yakıt almak için durduktan sonra New York'a devam etmiştik ve yirmi iki saatin sonunda uçuşumuz bitmişti. Eve ulaşmam yarım saatimi almıştı, duş alıp kendime gelmem ve ufak tefek dokunuşlarla evi hazırlamam bir saat sürmüştü. Kapı çaldığında karşımda Miller'ı bulmayı beklemiyordum, bana Amber'ın arabada uyuduğunu söylemişti.

"Seni biraz daha karşısında bulmazsa mutsuzluktan ölecek," dedi gülerek. "Yani, iyi zamanlama."

"İyi mi?" diye sordum arabaya yürürken.

Düşmeme İzin VermeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin