Amber
Dergi binasına geri dönüş yolu boyunca kendime sürekli aynı şeyi tekrarlamıştım. Paniğe kapılma. Her şey güzel olacak. Paniğe kapılma. Her şey güzel olacak. Paniğe kapılma...
Ama yine de binaya girince kendimi Kendra'nın yanına attım. Meşguldü, zaten normalde de hep meşgul olurdu ama bu arkadaşlığımızı yürütmemize hiçbir zaman engel olmamıştı. Kendra, derginin moda çekimlerinden sorumluydu. Dergiye gönderilen kıyafetlerin hepsi onun elinden geçer ve ancak onun değer gördükleri çekime eklenirdi. Kombinler konusunda hayatımda kimsede, belki bir kişi hariç, görmediğim bir yeteneğe sahipti. Bir araya getirmeyi asla düşünmeyeceğim parçaları karıştırıp birbirine yakıştırmanın bir yolunu her zaman bulurdu ve her stile uygun bir şeyler çıkartmakta asla zorlanmazdı. Onu sektörün gözbebeği haline getiren de bu çok yönlülüğüydü zaten.
Şimdi de oradan oraya koşturuyor, zavallı asistanının ödünü patlatıyordu. Kendimi koltuklardan birine bırakıp iş yoğunluğunun biraz olsun dinmesini bekledim. Bu halde çalışırken onu izlemek bana iyi hissettiriyordu. Bir çeşit meditasyon gibi, bir metronomun ritmik hareketlerini izlemek gibiydi onu izlemek. Üç adım ileri. Dur. Karıştırılan askıların şıkırtısı. Dört adım geri. Dur. Birbirine karışmış aksesuarların şıngırtısı. Beş adım sağa. Dur. Seçilecek ayakkabı topuklarının tıkırtısı. Kendine has bir ritmi vardı, adımlarını hep aynı aralıkta atıyor, dans eder gibi hep öne, geriye, sağa ve sola doğru hareket ediyordu.
Modayla ilgili rahatlatıcı bulduğum tek şey, Kendra'nın çekim öncesi koşuşturmacasıydı ki ona sorsak bu, onun modayla ilgili sevdiği yanlardan biri değildi.
Onu izlerken sabah Tris'le konuştuklarım aklıma geldi. Bir köşem olması fikri midemde çırpınan balıklar varmış gibi hissetmeme sebep oluyordu. Üniversiteden mezun olurken yirmi beş yaşıma gelmeden adı bilinen bir yazar olacağıma çok inanıyordum. Sonuçta okulu en iyi notlarla bitirmiştim. Ünlü olmak gibi bir hayalim yoktu ama en azından bir okuyucu kitlesi edineceğimi hayal etmek beni heyecanlandırıyordu.
Okulu bitiriş sıralamam ve ortalamam benim için bir iş bulmayı kolaylaştırmıştı, doğru. Bulduğum iş saygın bir yaşam sürdürebileceğim bir kazancı beraberinde getiriyordu, sonuçta kendi başıma yaşıyor ve ay sonunda kenara bir miktar para bile koyabiliyordum ki şehirde yaşarken bu aslında büyük başarı demekti. Ama yazmak zannettiğim kadar kolay değildi. Stajımı bir psikoloji dergisinde yapmıştım ve makale yazmayı biliyordum ama bir şekilde, yazdıklarımda akıcılığı yakalayamıyordum. Okurken basılan makalelerimin azlığı, sonrasında bu dergilerde iş edinmemi zorlaştırmıştı. Prior Dergisi kesinlikle ilk seçeneklerimden biri değildi ama Tris görüşme sonlanmadan beni işe aldığını söylemişti ve ben de kabul etmiştim çünkü Prior benim ilgi alanım olmasa da ülke çapında en çok satan dergilerde ilk beşteydi. Buradan başka bir dergiye geçeceğimi düşünerek işe başlamıştım ama sonra...
Sanırım alışmıştım.
Kendra birkaç dakika daha koşturduktan sonra kendini yanımdaki koltuğa bıraktı. İpleri kesilmiş kukla gibi bir süre hareketsiz kaldıktan sonra beni fark etti. "Sen ne zamandır buradasın?"
"Sanırım on beş dakika filan oldu."
"Üzgünüm hayatım, seni görmedim."
"Çalışırken asla görmezsin zaten."
Kendra güldü. "Yarın bahar sezonunun ilk çekimleri başlıyor. Daha kışa bile girmedik ve bahara hazırlanıyoruz. Modayla ilgili en sevdiğim şey bu. Her zaman iki mevsim ilerisini düşünmek zamanın daha hızlı akmasına sebep oluyor."