Amber
Tris'in odasından çıkarken az önce kafamı dolduran her şeyi bir kenara kaldırmaya çalışıyordum ama sersemliğimi üzerimden atamamıştım. "Selam." Hawk beni kollarının arasına çektiğinde ona sokuldum, tanıdık kokusunda ve bildik tutuşunda huzur bulurken Max'i kafamdan silmeye çalıştım. O benim eski sevgilimdi. İlk sevgilim. Bir yıllık bir birlikteliğin ardından ayrılmış ve bir daha birbirimizi hiç görmemiştik, kötü bir ayrılık değildi, incinmiş duygularla ayrılmamıştık, sadece yaşanmışlıklarımız ikimize de ağır gelmişti, bir senelik bir ilişkiye, birçok ilişkinin asla karşılaşmaması gereken zorluklar sığdırmıştık. Şimdi, aradan geçen neredeyse dokuz senenin ardından, onu tekrar görmem gerekecekti.
Dizlerim jöleye dönmüş gibiydi.
"Hey, bebeğim?" Kafamı kaldırıp Hawk'la göz göze geldim. "İyi misin?" diye sorduğunda hafifçe kafa salladım. "Gidelim mi?"
Şaşkın gözlerle ona baktım. "Nereye?"
Bu sefer bana şaşkınlıkla bakma sırası Hawk'taydı. "Daire bakmaya gidecektik, unuttun mu?"
Gerçekten de unutmuştum. Bu sabah garip bir sabahtı.
"Yo, tabii ki unutmadım," dedim çantama uzanarak. İş saatlerimiz esnekti, en azından Tris, teslim tarihlerine uyduğumuz sürece bizi çok sıkıştırmıyordu. O yüzden masamdaki yapılacaklar dosyasına baktım ve boş olduğunu görünce rahat bir iç geçirdim. "Ev bakmaya gidiyoruz. Hadi bakalım."
Hawk bundan iki ay önce bana evlenme teklifi etmişti. Son iki yıldır beraberdik ve o benim en yakın arkadaşlarımdan biriydi, o yüzden evet demiştim. Max'ten sonra ilişkilerden insanı yakıp kavuran bir tutku, tüketici bir aşk beklemeyi bırakmıştım ve Hawk'ta bulduklarım benim için yeterliydi. Huzurlu bir ilişkimiz vardı. Birbirimizin varlığında yalnız kalabiliyorduk ve sanırım, yirmi sekizinci yaşımda artık ilişkiden beklediğimi bulmuştum. Kişisel alanıma saygı ve huzurlu, güven verici bir birliktelik. Ayak tabanlarımın altı yanıyormuş gibi hissettirmeyen, beni serseme çevirmeyen...
Bana heyecan vermeyen bir birliktelik.
"Hangi daire için daha çok heyecanlısın? Ben bina yaşı daha büyük olmasına rağmen ikinci göreceğimiz binaya çok ısındım. Ahşap yer döşemeler ve misafir odasıyla çalışma odası var. Amber...?"
İsmimi duyunca kafamı çevirip Hawk'a baktım. "Efendim?"
"Burada değilsin."
Aklımın başka bir yerde olduğunu belli etmemek için kafamı iki yana salladım. "Özür dilerim. Tris sen gelmeden hemen önce bana bir proje verdi. Editörlük değil, yazarlık işi. Sanırım o yüzden biraz..."
"Heyecanlandın mı?" Hawk'ın suratında tatlı bir gülümseyiş belirmişti. Yanağında, sakallarının hemen üstündeki gamzesi ortaya çıktığında ben de ona gülümsedim. Uzanıp sakallarını kaşıdım. "Heyecanlanmak doğru kelime mi bilmiyorum," dedim asansörde aşağı inerken. Ve işin aslı buydu. Heyecanlanmak doğru kelime değildi. Biri gırtlağımdan içeri bir mikser sokup bütün iç organlarımı çırpmış gibi hissediyordum. Bu heyecan değildi. Bu... başka bir şeydi.
"Sana verilen iş her neyse onun altından kalkacağından hiç şüphem yok." Asansör durdu ve yarım saat önce içeri girdiğim binadan çıktık. "Sahi, nedir bu proje?"
Hawk'la ilişkimiz çok rahattı. Birbirimize her zaman dürüst davranırdık, bir ilişkimiz olmadan önce arkadaş olduğumuz için iletişimimiz bu temel üzerine kuruluydu.
Yine de ona, Maximillian Black'le görüşmek zorunda olduğumu söyleyemedim. Çünkü bunu söylediğim an, her şey çok gerçek olacaktı. Bunu dile getirdiğim an, Max'le bugün değilse de bir gün buluşacağımı kabul etmiş olacaktım. Henüz buna hazır değildim.
"Biraz kafamda şekillendirmem gereken bir şey," dedim ona belki de ilk kez yalan söylediğimi dehşetle fark ederek.
"Beyin fırtınası yapmak ister misin?"
Kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Bugün bakacağımız evler Greenwich'teydi ve oraya yöneldiğimizde aklımı boşaltmayı denedim, daha fazla Black'i düşünmeyecektim. Onu on sene öncesinde, onlu yaşlarını bitirmemiş Amber'la bırakmıştım. Otuzlu yaşlarına yaklaşan Amber için Maximillian Black geçmişin bir parçasıydı ve geçmiş kurcalamak için değildi. Geçmiş, çoktan yitip gitmişti ve öyle kalmaya da mahkûmdu.
Öğlene kadar birkaç ev gezdik. Gerçekten de Hawk'ın internette beğendiği eski bina en güzelleriydi; açık salon ve mutfak, ahşap yer döşemeleri ve evdeki üç odanın da birbirinden güzel olmasıyla kalbimizi çalmıştı. Yine de banyo ve mutfakta yenileme yapmak gerekiyordu, eski kullanıcılar bu evde yirmi yıl yaşamıştı ve iki çocuklarını da üniversiteye gönderene kadar evi tepe tepe kullandıkları belli oluyordu. Evdeki bu yaşanmışlık hissini de sevmiştim, bir şekilde artık burada olmasalar bile buraya sıcaklık katıyorlardı.
Emlakçıyla vedalaştıktan sonra, evin birkaç sokak ötesindeki bir Çin restoranına oturduk. Kendimize bir şeyler söyledik ve yerken evi tutmaya karar verdik.
En sonunda beraber yaşamaya başlayacaktık. Aslında, son bir senedir ikimiz de diğerinin evinde yaşıyor sayılırdık ama bölünmüşlük, eşyalarımızın bir kısmının bir yerde, bir kısmının bir yerde olması durumuna kesin bir çözüm getirecek olmamız güzeldi. Daireye yapmak istediğimiz yenilemelerden bahsettik, ikimizin de birikmişleriyle evi ikimize de daha uygun bir hale getirecektik.
Bunu gerçekten yapacaktık. Max'le yaşadığım birkaç ay hariç hayatıma giren kimseyle aynı evi paylaşmamıştım. Gerçi Hawk'la yaptığımız şey bir çift olarak aynı eve çıkmak değildi. Biz... Evlenecektik.
Bugüne kadar üstüne ikinci kez düşünmediğim her şey bugün beni hazırlıksız yakalıyor gibiydi. Kendimi biriyle aynı soyadını taşırken hayal edemiyordum. Birinin karısı olma fikri bende nezle olmakla aynı hisleri uyandırıyordu. Yine de, Hawk'ı seviyordum. Kendi ailemin olmasını istiyordum. Bunun için evlenmek zorunda olduğumuzu düşünmüyordum ama evlilik teklifi ettiğinde onu geri çevirmemiştim. Hislerini incitmek istemeyecek kadar önemsiyordum onu.
"Amber?"
"Efendim?"
"Sahiden, bebeğim, o kadar dalgınsın ki. Annemle babam bizi bu haftasonu yemeğe bekliyor dedim. Gider miyiz?"
Noodle'ımdan bir lokmayı ağzıma tıktım. Hawk'ın annesini, babasını, iki kız kardeşini çok seviyordum. Hawk beni onlarla tanıştırdığından beri asla sahip olmadığım ailem gibi davranmışlardı. "Tabii," dedim omuz silkerek. "Ama senin pazar günü çekimlerin yok muydu?"
"Var, evet. Cuma iş çıkışı gider, cumartesi döneriz o halde."
"Cumartesi çalışmam gerekebilir. Onuncu yıl sayısı yaklaşıyor diye çıldırıyorlar."
"Ah." Hawk bir saniyeliğine düşündü. "O zaman yarına kadar durumumuz ne bakar, ona göre onlara haber veririz. Bu haftasonu gidemezsek sonraki haftasonunu ayarlarız."
"Bana uyar." Saatime baktım. "Benim işe dönmem gerekiyor. İş çıkışı eve geçeceğim. Emlakçıyla olan kısmı sen halleder misin?"
"Eve mi geçeceksin? Neden?"
Ona güldüm. "Senin evinde hiç temiz çamaşırım kalmadı. Bir ara çamaşır yıkamamız lazım."
Hawk surat buruşturdu. "Çamaşır yıkamaktan nefret ediyorum. O zaman ben çekimden çıktığımda sana gelirim. Ama... Sabah şehrin öbür ucunda başka bir çekime gideceğim." O da yemeğini bitirmişti, "O zaman yarın görüşürüz. Ben emlakçıyı halledeceğim, buradan sonra onunla buluşuyorum." Uzanıp dudaklarıma bir öpücük bıraktı. "Artık bir evimiz var. Bizim."
Kelimeleri göğsümü düğümlerken kendimi gülümsemeye zorladım. "Yarın görüşürüz," dedim ve sonra restorandan çıktım.
Artık bir evimiz vardı. Bunun beni mutlu etmesi gerekiyordu. Mutlu olmam gerekiyordu. Heyecanlı olmam gerekiyordu.
Değildim. Kendimi altından kalkamayacağım bir işe girişiyormuş gibi hissediyordum.
Derin nefesler al, dedim kendi kendime. Her şey güzel olacak.