Merhaba can kızlar!
Giriş bölümlerinde sizlerden biraz sabır rica ediyorum.Hikaye önümüzdeki bölümden itibaren ivme kazanacak,söz veriyorum.Ama olayların altyapısını oluşturmadan yazmak,temel atmadan bina dikmeye benzer diye düşünüyorum.
Ve işte temelin son bölümü huzurunuzda...;)
Keyifle okuyun.
BEŞİNCİ BÖLÜM
MELEK
Allahım,bu neydi böyle?Göğsüm yangın yeri gibiydi,midem insafsızca oyuluyor,tüm vücudum kasılıyordu.
Bu halde olamazdım,olmamalıydım...Profesyonelliğe aykırıydı her şeyden evvel.Dahası,sakinleşmezsem,hata yapma olasılığım ortaya çıkıyordu ki,bu serviste en ufak dikkatsizlik hastanın hayatına mal olabilirdi.Belki de Raziş'e benim yerime bakmasını söylemeliydim,ama bunun düşüncesine bile tahammül edemedim.
Bir yılı yoğun bakımda olmak üzere ,iki buçuk yıllık hemşireydim.Ondan önce de aylarca staj yapmıştım tabi.Pek inanmasam da,belki meslekte eskiyince biraz katılaşabilirdim,ama şimdiye kadar her hastamla üzülüp,iyileşince mutlu oluyordum.
Ne var ki,şu anda hissettiklerime üzüntü demek, koskoca bir çağlayanı kendi halinde bir dere olarak adlandırmak gibiydi.Beyni kendi kendine hasarı onarıp,kanamanın durabilmesi için uyutulan hastamın hissetmediği acı,benim tüm hücrelerimi teker teker yakıp kavuruyordu.Ağlamamak için dişlerimi sıkarak,dosyayı elime alıp,görmeyen gözlerle bir göz attım.Yapılan test ve görüntülemelerin raporlarında hayati tehlike düşük bir ihtimal gibi görünüyordu,ama beyin söz konusuysa,bu işler belli olmazdı.Her an kanama duracağı yerde artabilir ve ameliyata girmesi gerekebilirdi.Ve başarılı bir ameliyat sonrası bile uzun süreliğine veya kalıcı olarak bir çok hasar meydana gelebilirdi.Can gibi hareketli birinin şiddeti baş ağrıları,çift görmeler veya epilepsi ataklarına maruz kalabileceğini düşündükçe,içim parçalanıyordu.
Dosyayı elimden bırakıp,yatağa eğildim ve usulca kolunu okşadım:
"İyileşeceksin canım.Sende bu müthiş yaşam enerjisi olduğuna göre,beynin aslan gibi demektir.Önünde hiçbir şey duramaz.Kanama da neymiş,sarsıntı da kimmiş..."diye mırıldanıyordum ki,kapının aniden açılmasıyla,yerimde zıpladım.
İçeriye bütün haşmetiyle hastane personelinin "büyük patron" dediği Davut Develi girdi.Adamın mermerden oyulmuş gibi görünen yüzünü hiç gülümserken görmemiştim.Ara sıra memnuniyetsiz bir şekilde buruşturması dışında, suratı genelde ifadesiz olurdu.Aynı şimdi olduğu gibi.Endişe,üzüntü veya telaş namına bir şey yoktu.Bu kadar mı kontrollüydü bu adam bilmiyordum ama,içimden, o duygudan tamamen yoksun çehreye doğru bir anda alevlenen öfkemle:
"Nasıl bir babasın sen be adam?"diye bağırasım geldi.
Bunu yapamayacağıma göre sessizce kenara çekildim ve onun soğukkanlılıkla oğlunu muayene edip,dosyasını gözden geçirmesini izledim."Geçmiş olsun" demeyi düşünmedim bile.Zaten Can'ın babası olduğunu yeni yeni idrak edebiliyordum ve hala bunun şokunu yaşıyordum.Heykel babanın güneş oğlu.Bu nasıl mümkün olabilirdi?
Beraberinde gelen ve aynı benim gibi sesini çıkarmayan Ata bey bana başıyla tansiyon aletini işaret etti ve ben hemen davranıp manşonu Can'ın hareketsiz koluna doladım.15/9.Kötünün iyisiydi.
"Odamda olacağım."dedi büyük patron."Bir değişiklik olursa haberim olsun."
Ve ikimizin de suratlarına bakmadan,çıkıp gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CAN'IN MELEĞİ ("YÖRÜNGE "SERİSİ 3)
RomantizmRock'un yaramaz çocuklarının aşkı keşfetme serüveni devam ediyor. "Yörünge"nin yakışıklı bateristi Can'ın gülen yüzünün ardındaki sır,iyilik meleğini kazanmasıyla aydınlanabilir... *********** "Can'ın meleği" bağımsız bir hikaye olarak da okunabilir...