Lütfen okuyun!
Neden yorum yapmıyorsunuz? Üç ya da dört kişi dışında kimse yorum yapmıyor. Düşüncelerini paylaşmıyor. Demek istediğim şu değil: yb! yb! diye yorum atmayın. Ne düşündüğünüzü, bölümü nasıl bulduğunuzu merak ediyorum. Çünkü ona göre finali uzatacağım ya da hızlandıracağım. Evet biliyorum daha final için çok erken ve merak etmeyin şu sıralar final yapmak gibi bir niyetim yok ama bölüme olan bakışınızı merak ediyorum. Yüzü aşkın kişi bölümü okuyor ama yorum yapan kişiler bir elin parmak sayısı kadar bile değil. Bu gerçekten insanın canını sıkıyor. Lütfen bu bölümde düşüncelerinizi paylaşın. Bunun için, bölümü iki parçaya ayırdım.
NOT: Bölümü biraz aceleye getirdim. Üzgünüm.
..........................................................................................................................
Dolabıma yaslanmış halde, öylece duruyordum. Aras karşımdaki duvardan ayrılalı on dakika olmuştu ve ardında soru dolu bir zihin bırakmıştı. Emre'nin gittiği tarafa baktım. O da ardından hiçbir iz bırakmadan gitmişti.
Yanağımdaki öpücük dışında.
Sağ yanağıma dokundum. Yaşamım, benimle dalga geçmekten hoşlanıyordu. Bundan bir sene önce Emre'nin dudakları yanağıma dokunsaydı, heyecandan hayatımı kaybedebilme ihtimalim çok yüksekti. Ama şu an hissettiğim şey, heyecanın yakınından bile geçmeye korkuyordu. Emre'nin gittiği tarafa tekrar baktım. Bir daha bu okulda okumayacaktı, gülmeyecekti ve futbol kaptanı olmayacaktı. Artık başka bir okulda okuyacaktı, gülecekti ve belki futbol kaptanı olacaktı.
Ayaklarım benden izinsiz dolabımdan ayrıldı ve Emre'nin gittiği tarafa doğru yürümeye başladı. Onu bulmak istiyorlardı.
Gerçekten Emre'ye karşı hiçbir şey hissetmiyor muydum? Ondan nefret etmiyordum. Bu iyi bir şey değil miydi? Ama aynı zamanda onu sevmiyordum da. Bu da kötü bir şey değil miydi? İyi ve kötü içimde savaşmaktan bıkmıştı artık. İkisi de ayrı köşelere çekilince ortadaki boşluğu hissizlik doldurmuştu. Bir insana karşı boş olmak kötü hissettiriyordu. Ama bu benim suçum değil! Emre’ye karşı olan hissizliğimin suçu benim omuzlarımda değildi ve olamazdı da. Bunu kendine o yapmıştı ve ben de izin vermiştim. Yine de ayaklarım onun olduğu tarafa gitmeyi kesmedi. Okul bugünlük çilesini bitireli on beş dakika olduğu için koridordaki insan yoğunluğu azalmıştı. Belki, Emre de evine gitmek için yola çıkmıştı ama içimden bir ses gitmediğini söylüyordu.
Bahçeye çıktım ve halı sahaya doğru ilerlemeye başladım. Burada da bulamazsam, artık evime gidecektim.
Halı sahaya yaklaşırken demire vuran top sesleri duymaya başladım. Kahverengi saçlarını seçtiğimde, sahada sadece onun olduğunu fark ettim. Bir sürü top yan yana dizilmişti ve Emre de sırayla atış yapıyordu. En sonunda oraya vardığımda, parmaklarımı tellere taktım. Emre, o kadar konsantre olmuştu ki, onu izlediğimi fark edememişti. Geriye çekildi, sonra koşarak sıradaki topa vurdu: İsabetliydi. Bir sonraki atışında direğe denk geldi.
Bütün toplar bittiğinde kendini yere attı. Ellerini başının altına yerleştirdi ve gözlerini kapadı. Sanki burada olan son gününde, her şeyi belleğine kazımak istiyor gibiydi.
Daha fazla beklemeden sahanın kapısından geçip kendimi içeri attım. Yavaş adımlarla ona doğru ilerlemeye başladım. Sonra aklıma bir şey geldi.
Ben ne yapıyordum?
Neden onun yanına gidiyorum? Ne diyecektim ki? Belki de bir şey demem gerekmiyordu. İnsanlar susarak da anlaşamaz mıydı ki? Bazen sessizlik en büyük yanıttı ya da en büyük hediye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BELA
أدب المراهقينZaman değil midir iki dostu birbirinden ayıran? Aynı zamanda iki düşmanı birbirine bağlayan? Aras, kendisinden daha güçsüz olduğunu düşündüğü Güneş'in karşısında her zamankinden çok, kendinden emin dururken gelecekte onun karşısında bu duruşunun d...