7

209 58 4
                                    

Janice hıçkırıklara boğulurken benim sadece gözlerim doluyor. Janice mi çok hassas ben mi çok sertim anlayamadım. Filmin sonuna geldiğimizde çatır çutur yediğimiz mısırlar da bitiyor. Janice gerçekten harika biri. Çok duygulu, duyarlı, samimi, sempatik, yufka yürekli, iyi kalpli. Yani onu kırmak istemiyorum ama filmde kolasını füüvvpp diye içine çekerken kendimi bir şey söylememek için zor tuttum. Film bitiyor. Başını omzuma yaslamış olan Janice ağır ağır kafasını kaldırıp bana bakıyor, "Hadi şimdi de başka bir şey izleyelim ve bunu da sen seç." diyor. Tam cümlesini bitirirken telefonum çalıyor. Ekranda Suze yazısını görünce ister istemez heyecanlanıyorum ve gülümseyerek dik oturup telefonumu açıyorum. "Suze!" diyorum, karşı taraftan heyecanlı bir ses geliyor. "Ah! Bex! Nasılsın? Hastaneden çıkmışsın, annen ile konuştum. Ne zaman buraya geleceksin? Seni öyle çok özledim ki... Tanrım. İyiki seninle 3 yıl önce tanışmadık. Beni hatırlamaman büyük düş kırıklığı olurdu." "Suze aynen. Ben de seni çook özledim. Devasa bir evim var, ayrıca bir estetik ameliyatı olmuşum ve milyonerim. Suze hayatım kusursuz olmuş! Asıl sen ne zaman geleceksin evimi görmeye?" diyorum ama Suze da Janice gibi ağlıyor sanırım. "Bex, evine beş altı kere geldim. Ah tanrım..." "Ah, şey... Ben..." "Lütfen üzülme, söz veriyorum haftaya geleceğim. Ernest biraz hasta biliyorsun, kreşinde de sorunlar yaşıyor. Ama geleceğim. İnan. Seni çok özledim Bex." "Ben de öyle." diyorum, gözlerim doluyor. "Ah hayır Ernest!" diye bağırıyor yaramaz oğluna. "Ahhh!" diyor, "Suze iyi misin?!" "Bex, Ernest süs havuzuna düştü. Tekrar ararım." "Tamam hoşçak..." yüzüme kapatıyor. Birden Janice'in homurdanmasıyla ona dönüyorum. "Becky, bilmiyorsun. Ama beni, o Suze denen insandan daha çok seviyordun." diyor suratını asarak. Janice beni Suze'dan kıskanıyor. Tamam belki Janice'i de çok seviyorumdur ama Suze benim için özel. Anasınıfından beri bir günümüz ayrı geçmemiştir. Üniversitedeyken dört yıl boyunca ev arkadaşıydık. Neler yaşamadım ki onunla? Çılgın Suze. Bir gün 'Ben Martin'le evlendim.' diyerek ailesinin ve benim kalbime indirmişti. Daha sonra Ernest doğdu. Çok şeker, dört yaşında bir çocuk. "Becky, eğer sende kalmamı istemezsen kalmam." diyor Janice ellerini ovuşturarak. Eski Becky'ye güveniyorum, böyle muhteşem bir hayata getirmiş beni. O yüzden; "Hayır Janice. Lütfen saçmalama. Tabii ki burada kalmanı istiyorum. Sen eşsiz bir insansın." diyorum. Akşam yemeğinde ikimiz de birbirimize Alfredo Fettucini yapmaya çalışıyoruz. Mmm enfes, en sevdiğim yemek. Daha sonra pasta yapıyoruz. Yani Janice yapıyor. "Yarın sana tüm evini gezdireceğim! Başın dönecek." diyor Janice. Heyecanla başımı sallıyorum, tebessümle. Saat 22'ye gelirken lavaboya gidiyorum. Kapıyı açtığımda muhteşem bir lavabo duruyor karşımda. On kişinin rahatça sığabileceği bir jakuzi, geniiiş mi geniş bir duş, son model döşenmiş banyo aksesuarları, giyinme odacığı... Daha sabaha kadar sayabilirim inanın. Dolapların orasını burasını karıştırıyorum. Off, bu ev mükemmel ötesi. İşim bittiğinde koltukta telefonunu kurcalayan Janice'i görüyorum. Bana gözleri dolu dolu bir fotoğraf gösteriyor. Telefonun galerisinde bir albüm Janice&Becky adında ve beşyüzü geçkin fotoğrafa bakıyorum. Çoğunda mutluyuz. Amerika, Fransa, Almanya, Japonya, Hindistan, Çin, Güney Afrika, Avusturalya, Brezilya, Türkiye, Belçika... Bir sürü yerde fotoğraflarımız var. Disneyland'de bile. "Sanırım seninle çok mutluymuşuz." diyorum. "Evet, öyleydik. Dik. Öyle idik." diyor Janice göz yaşlarını silip. "Yine öyle olacağız ama bir daha ağlarsan ben gidiyorum." diyorum. Janice acı acı tebessüm ediyor. "Üzgünüm. Durduramıyorum." İlerleyen saatlerde annem her şey yolunda mı diye arıyor. Ve telefonu kapattıktan hemen sonra ekranda John ismi beliriyor. Tanımadığım birine telefonda 'hayatımın son üç yılını hatırlamıyorum bana kendini tanıtır mısın' diyemeyeceğim için endişeyle Janice'e bakıyorum. "Yoksa kimse sana John'dan söz etmedi mi?" diyor, olumsuz anlamda başımı sağa sola sallıyorum. Janice "Bana ver." diyor. İtaat ederek uzatıyorum. İnsan önce 'ne diyeceksin' der. "John, hastanede Becky'nin ufak bir rahatsızlığını öğrendik. Ah hayır lütfen telaşlanma. Şu an yanımda. Sorun da bu ya zaten, telefonu Becky'ye veremem. Ah hayıır! Çünkü... Çünkü Becky seni hatırlamıyor. Buraya gelsen iyi olur. Konuşalım. Evet. Evet, kardeşini bile zor hatırladı. Pekala hız yapma." deyip telefonu kapatıyor. "Janice, John kim?" diyorum. "Kendisi tanıtsa iyi olur." diye yanıtlıyor. Zaten on dakika sonra kapı çalıyor. Janice ile kalkıp kapıya ilerliyoruz. Janice açıyor. "Hoşgeldin John. İçeri gir." diyor. Ama John denilen salak kapıda öylece durup bana bakıyor. Gözleri kıp kırmızı. Sonra öfkeyle Janice'e dönüyor, "Beni gerçekten hatırlamıyor mu?!" İçeri girip kapıyı çarparak kapatıyor. Sonra ise kapıyı tekmeliyor. Eh bu kadar yeter değil mi!? "Hey! Ne yapıyorsun?" diyorum bana öfkeyle bakıyor. Sonra yaklaşıyor, yaklaşıyor. Ellerimi belime koyuyorum. Kimse bana ezikmişim gibi davranamaz. "Beni hatırlamıyorsun?" diyor. Sonra...

♡♥♡♥♡

AlışverişkolikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin