Bu... Bu... David'in düğün davetiyesi? Ah, olamaz. Yani...
"C & D
Cher Bloomwood & David Adamson
Sadakatimize yemin edeceksek eğer,
Dostlarımızın da yanımızda olması her şeye değer.
Düğünümüze bekliyoruz... "Hâlâ inanamıyorum. Davetiyenin altına yer, tarih, tema belirtilmişti. Düğünün teması neydi peki? Biz David ile birlikteyken benim bir heves anlattığım temaydı; Kırmızı Çiçekler... Düğünde herkes herhangi bir kırmızı çiçeklerle süslenmiş elbise giyecekti. Şimdi ise bu David'in düğün davetiyesinde yer alıyor. İnsan biraz özgün, gururlu olur. Demek ben Luke ile evlendiğimde David çok üzülmüştü ki post-it'e böyle saçma şeyler yazabiliyordu? Beni unuttuğunu belirtmek istiyordu. Pekâlâ. Ben onu daha önce unutmasaydım Luke ile evlenmezdim zaten. Ha ha ha! Davetiyeyi masanın üzerine bırakıyorum. Gidecek miyim diye soruyorsanız tabii ki evet. Luke ve ben oraya gittiğimiz zaman tüm gözler bizde olacak ve gelin ile damattan daha çok dikkat çektiğimiz için ikisininde sinirleri bozulacak. Süper. Cebimden telefonu çıkarıp Suze'u arıyorum. "Selam Bex." "Selam Suze... Imm şey. Dave'in düğün..." "Evet. Bana da yollamış." Çok zeki bu kız canım. "Gidecek misin? Ben gidiyorum." "Cidden mi? Oh, tamamdır. Martin'e uyarsa gelmeye çalışacağım." Suze'a post-it hikâyesini anlatıyorum. Sanırım gece gece David'in bayağı bir kulakları çınlamıştır. O 'şeyi' de hâlâ size söylemediğim için lütfen kızmayın. Bundan kimsenin haberi olmaması lazım... "Suze... Biraz ayıp olacak ama... Geçen gece Martin ile benim hakkımda mı konuşuyordunuz?" Evet kendimi tutamadım yine. Saklamasınlar artık. "Ah, Bex... Eee, Ernest uyandı kapatmalıyım. İyi geceler." Al işteee. Yine kaçtı. Ben bunu David'in düğününe geldiklerinde öğrenirim ama. Telefonumu bırakmadan bir de Luke'u arıyorum. "Şey... Rahatsız etmiyorum umarım? Ben Becky." "Merhaba Becky." "Merhaba. Imm, bana bir... Düğün davetiyesi geldi de... Diyecektim ki; biz... Beraber..." "Gidebiliriz Becky." Luke'un kahkaha sesleri ulaşıyor. Bu kadar utanacak bir şey yok aslında. Tarihi söyleyip kapatıyorum telefonu ve deriiin bir uykuya dalıyorum. Tanrım. Uyumak çok güzel.
☆
Sabah gözlerimi açtığımda gülümseyerek uyanıyorum. Bugün çok özel bir görevimiz var. Zorla da olsa güzel yatağımdan kalkıyorum. Duş alıp saçlarımı havluya sarıyorum. Hafta sonu... İş yok. Gel keyfim gel. Biliyorum daha bir kez gitmiş olabilirim ama tembellik benim doğamda var. Saçlarımı kurutup salıyorum. Taramadan üzerimi giyinip salona geçiyorum. Daha iki dakika geçmeden Janice bahçe kapısında beliriyor. "Kalk, kalk, kalk." diyor bir yandan olduğu yerde koşarak. Kulaklıklarını çıkarıyor ve son ses açtığı belli olan, Gotta Be You sesleri yükselen kulaklıkları boynundan sarkıyor. "Nereye gidiyoruz yine?" diyorum baygın baygın. "Tenise şekerim. Kalk dedim!" "Ben oynamayı bilmiyo..." "Yeniden öğreneceksin." Ne dediysem kabûl olmayan bahanelerimden sonra spor kıyafetlerimi giyerek tenis klübüne gidiyoruz. Yaklaşık iki saat sonra bütün kurallarını öğrenmiş bulunuyorum. Janice kadar iyi olmasam da vücudum önceden alışık olduğu için reflekslerim sayesinde çok yenilgiye uğramıyorum. Eve geldiğimde Janice'in zorla bin bir zahmetle yaptırttığı manikürleri bozup pembe ojemi sürüyorum. Midnight Memories'ı mırıldanarak pempe DKNY elbisemi giyiyorum. Altına ise daha dün aldığım pembe spor ayakkabılarımı giyiyorum. Şık oldum ama bir şey eksik. Makyaj? Hayır. Aksesuar? Hayır. Buldum. En iyisi bugün biraz spor takılıp sırt çantası alayım yanıma. Sıfır makyajla kendimi bebek gibi hissederek orası senin burası benim saat 17.00'ye kadar alışveriş yapıyorum. Hiçbir şeyi umursamadan. Ellerim dolu kapıyı açıyorum. Poşetleri bırakarak taksiye atladığım gibi annemlere gidiyorum. Komşunun terk edilmiş evinin bahçesine saklanarak Amy'nin çıkmasını bekliyorum. İşte gizli görevim. Kızmayın ama John ve Amy'yi takip edeceğim. Amy, John'a yemek yapacak, tanrım! Küçük bir kızken bu terkedilmiş evde Suze ile çok anım geçti. Arkamı dönüp bodrum katının pencere yanlarına baktığımda benim yıllaaar yıllar önce spreyle yazdığım Suze♡Martin Becky♡Dave yazısının ilk günki tazeliğiyle orada yer aldığını görüyorum. Hiç değişmemiş olan kapımızın açılıp kapanma sesini duyduğumda Amy'nin bahçe kapısını geçmekte olduğunu görüyorum. Üzerinde Channel'in Summer sezonundan sarı, dar pantolonunun olduğunu, üzerine de Janice'inkine benzer atletler giydiğini görüyorum. Kollarına yine üç, beş tane Giorgio Armani bilekliklerinden takmış ve sanırım John'un onu almasını bekliyor. Ben bunları düşünürken John son model spor arabasını evimizin önünde durduruyor. John arabadan inip, etrafa şöyle bir bakıp Amy'yle öpüşüp, sarılıyorlar. Duyduğum kadarıyla John, Amy'nin kapısını açarken "Buyurun madam." diyerek güneşten kısılan gözleriyle, ve Amy'ninkine çok benzeyen dudaklarıyla yamuk bir gülümseme atıyor. Amy ise "Mersi bayım." diyerek arabaya biniyor. Tanrım ya... İki aptal birbirini bulmuş. Evcilik oynuyorlar. John, Amy'nin kapısını kapatarak kendisi de biniyor ve son hızla gidiyorlar. Ben de uçarak bir taksi buluyorum ve onları takip ediyoruz. Tabii ben filmlerdeki gibi, taksiciye, "Öndeki arabayı takip et!" demeye utandığım için John arabayı nereye sürerse "Sağa girin, u yapın." diye vs. yönlendirmeler yapıyorum. Taksici sonunda dayanamayıp, "'Öndekini takip et' deseniz yeterliydi Bayan Brandon." diyor. O kadar güneş gözlüğu takıyoruz, kocaman hasır şapkamızla yüzümüzü kapatmaya çalışıyoruz, taksici bile tanıyor yahu. Kardeşlerim mi tanımayacak? En iyisi daha da geriden izlemek onları. John arabasını ilerideki devasa evde durduruyor. Benimki kadar müthiş bir şey olmasa da devasa bir ev gerçekten. İki katlı, müstakil. Kocaman bir bahçesi ve havuzu da var. Amy bu sefer John'u beklemeden kapısını açıp iniyor. Amy daha önceden gelmiş gibi evin önüne gidiyor. John'da kapıyı açıp içeri giriyorlar. Tam kapıyı kapatırlarken John aniden dönünce beni gördü sanıyorum. Kalbim ağzımda atıyor. Taksiciye parasını verip yolluyorum. Görünmemeye çalışarak kocaman bir cam görüyorum. Camdan bir kapı ve çok büyük. Tıpkı benim bahçe kapım gibi. Ama buradan bakınca mutfak kapısı olduğunu görüyorum. Çok hafifçe, kafamı eğerek içeriye göz gezdiriyorum. John ne söylediyse Amy koparak gülüyor. Sonra Amy profesyönelce kendi eviymiş gibi dolaptan malzemeleri, ve tabakları çıkarıyor. Yerlerini hiç şaşırmıyor. Kesinlikle daha önce gelmiş buraya. Yemeği hazırlamaya koyulurken ben de John'un gittiği yöne doğru yürüyorum. Salona geçiyor, ünitenin kenarına çömelerek laptop'ına bir CD koyuyor. Hoparlörleri laptop'a bağlıyor ve bangır bangır çalan Nat King Cole - Love sesleri benim kulağıma kadar ulaşıyor. John'a görünmemeye çalışarak mutfak pencereme geri gidiyorum. Gözlerim kocaman açılıyor; Amy, John'un cüzdanını karıştırıyor. Tanrı aşkına Amy! John koridordan mutfağa geldiğinde Amy panikleyerek ustaca cüzdanı yere düşürmüş gibi yapıyor. Böylece düğme yere düştüğünde kendiliğinden açılmış gibi görünüyor. Ve John bu numarayı yiyor. Neler çeviriyor bu kız? John ile eğilerek yere saçılan paraları topluyorlar. Yemek pişene kadar onları izliyorum. Daha sonra Amy'yle salondaki yemek masasına oturuyorlar. John daha önce evinin bodrum katındaki şarap mahzeninden söz etmişti. İki dakika sonra elinde iki şişeyle salona ilerleyen John, Amy'nin getirdiği iki kadehe şarapları dolduruyor. Amy ile yarım saat boyunca hiç susmadan vır vır, dır dır yemek yemeye çalışıyorlar. Birden içimde sinir kabarcıklarının patladığını hissediyorum. Amy'yi arıyorum. Amy, tatlı sohbetlerini böldüğüm için yüzünü ekşiterek telefona baktığında, ekrana doğru -yani benim adımın yazdığı yer- dil çıkararak çantasına fırlatıyor. Demek öyle ha? Ben ısrarla aramaya devam edince bıkkınlıkla "Ne var Becky?" diyor. "Neredesin tatlım? Niye açmadın telefonu?" diyorum sesimin kızgın çıkmaması için elimden gelen her şeyi yaparak. "Evdeyim. Lavabodaydım açamadım. Niye aradın?" Bak seeen... "E ben evdeyim! Neredesin ki? Evin her yerine baktım bir tek teras kaldı. Yoksa terasta mısın? Ah tabii terastasın nasıl akıl edemedim. Hemen geliyorum. Kapa telefonu." Gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Amy korkarak ayağa fırlıyor. Ve masaya çarpınca kadehlerden biri John'un beyaz gömleğine dökülüyor. "Ah Becky! Evet terastayım ama sakın gekme sakın. Lütfen. Eğer beni seviyorsan terasa gelme." "Niçin?" "Çünkü şey... Şey..." John'a sinirle 'ne diyeyim?' diye ağzını oynatıyor. "Ne çünkü, çünkü Amy?" "Eeem, çünkü... Ben şey yapıyorum..." Amy gevelemeye devam ederken benim boğazımda kocaman bir şey oluşuyor. Yani tarif edemem. Yutkunmamı bile engelleyen bu şeyin nedeni, John'un dondurucu bakışlarla gözlerini bile kırpmadan bana bakması. Eric gibi. Seni öldüreceğim Rebecca. Eric'te bana bu sözleri söylerken aynen, tıpa tıp John gibi bakmıştı. Şimdi ise John bana aynen öyle bakıyordu. Elindeki kadehi sıktı, sıktı, sıktı... Hâlâ göz gözeydik. Ve ona bakmıyor olsam bile Amy'nin hâlâ bana telefonda bahaneler anlattığını hissediyordum. Telefonu kapatmaya gerek duymadan çantama attım. Hâlâ ve hâlâ John ile göz gözeydik ama benim gözlerim dolmuştu, onunkiler ise sadece öfkeyle bakıyordu. Beni öldürmek isteyecek kadar ne söyleyip de onu kızdırmıştım? David ile aramda geçen o şeyi Amy'nin bilmemesini istemem en büyük hakkımdı. Çünkü o şeyi ben yaşamıştım ve bu kimseyi ilgilendirmezdi. Benim tercihlerime saygılı olmalıydı. Yanağıma düşen bir damlanın ardından John'un elinde sıktığı kadehin kırılması bir oldu. Amy tiz bir çığlık atıp bana bakan John'un ellerini tutuyor. Eli kanıyor. Ve o, bana bakmakta devam ediyordu. Gitsem iyi olacak. Hızla gözlerimi silerek caddeye doğru ilerliyorum. Telefonuma gelen bildirim sesiyle, ağzımda atmakta olan kalbim beynimde atmaya başlıyor. Titreyen ellerimle mesaj kutusunu açtığımda;
'JoJo♡
Defol git buradan!'
Yazısını görünce kalbim sıkışıyor. Kendimi bir taksiye attığımda hıçkırıklarımın arasında telefonumla internete girerek acil bir uçak bileti alıyorum, taksiciye, "Havaalanına." diyorum...
Sınır 20 vote. 1.5K olmuşuz. Okuyan herkese teşekkürler.
@Grileydi -Rüya Hırsızı okursanız mutlu olurum.
Oy veren, yorum yapan, -sadece okuyup hiçbir şey yapmayan bile - lara teşekkür ederim. Hoşçakalın...! :) ♥
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alışverişkolik
Chick-Lit"Hayatın hakkında hiçbir şey bilmiyorsun." diyordu kardeşim. ☆ Hayatının son üç yılını hatırlamayan Becky'nin gözlerini açtığında neler değişmiş olacak? Hiç tanımadığı insanlar birden en yakınları olmuş. Eee sonra?