"Becky! Sakin olsana biraz." Amy yere düşürdüğüm askıları topluyor. İki saattir 'ne giysem?' diye başımın etini yiyen kardeşim şimdi ne olduğuna bakmadan elbiseyi giyiyor. "Bana bırak." diyerek kemerini ayarlıyorum. Ayakkabıları giydiğinde, "İstemezsen gitmem Becky." diyor. "Ah, saçmalama. Ben nasıl kardeşin isem John da senin kardeşin. Ayırım yapmamalısın." John'un sözleriyle cevap veriyorum Amy'ye. "Çok heyecanlıyım." diyerek çıkarttığı kıyafetlerini kendi odasına indiriyor. Bende peşinden gidiyorum. Yatağın altından küçük bir kutu çıkarıyor. Benden bile iyi biliyorlar nerede ne olduğunu. Kahverengi Armani bir bileklik takıyor. Sonra kutuyu yerine koyunca yavaş adımlarla odadan çıkıyoruz. Tanrım. Ne yapacağım ben şimdi? Sanırım John, David ile aramızda geçen olayı biliyor. Biz David ile üç yıl öncesine kadar nişanlıydık, sonrasında şey... Şey yüzünden çok büyük bir kavga edip ayrıldık. Size bile söyleyemiyorum ki! Başından beri annem David ile olan beraberliğimizi onaylamıyordu. Şimdi ise John, Amy'ye her şeyi anlatacak. Amy de anneme... "Amy, senden bana bir söz vermeni istiyorum." Amy gözlerini deviriyor. "Becky. Ben çocuk değilim tamam mı? Sakın öğüt vereyim deme." "Saçmalama. Tabii ki çocuk değilsin," Tabii ki benim gözümde hâlâ bir çocuk. "Sadece, eğer John sana bir şey söylerse, anneme anlatmadan önce bana danış tatlım. Olur mu?" "Ne söylerse?" "Bir takım... Imm saçmalıklar?" "Becky! Gevelemenden bıktım." "Amy çok soru soruyorsun." "Pekâla. Öyle bir şey olursa anneme hepsini anlatacağımdan emin olabilirsin." Kıymetli telefonunu kaparak hızla merdivenlerden iniyor. Birine daha 'gitme' diyecek hâlim kalmadı. "Umarım John sana çekmemiştir." diyerek kapıyı çarpıyor. Bu hareketleri bana birini hatırlatıyor. John da bir sorun olduğunda kimseyi dinlemeden son sözü söyleyerek çekip gidiyor. John da bir sorun olduğunda kapıyı çarpıyor. John da bir sorun olduğunda sürekli gözlerini deviriyor. Bu kardeşler tamamen birbirine çekmiş. Ve ikiside duymasın ama sorun çocuk olarak doğdukları kesin.
☆
İçim içimi yiyerek, John ve Amy'nin ne konuştuklarını düşünerek Fiona'yla buluşacağımız cafeye -Fiona yarın işi olduğunu, şimdi buluşup buluşamayacağımızı sorunca dayanamadım.- giriyorum. Ama bir anlığına bile Amy ve John'u dikizlemeyi hiç düşünmedim. Belki birazcık. Tamam düşündüm. Ah pekâla. Tam evden çıkarken Fiona aradı ve gidemedim, oldu mu? Mutlu musunuz? İki kişilik bir masaya geçip sütlü, karamelli kahvemi yudumlarken bir yandan da yan masadaki kızdan aldığım Vouge'un yeni sayısını karıştırıyorum. Ah buna bayıldım. Kırmızı kollu ve dizde biten bir Valentino elbise. Harika. "Selam Becky." "Selam Fi. N'aber?" Sıkıcı detayları atlayayım; Fiona bana işin nasıl yürüdüğünü, maaşını, izin günlerimi vs. şeyleri anlattı. İş muhteşem. Tek sorun, programı Janice ile birlikte sunmamız. Evet Janice'in şuan sunduğu programı daha önce beraber sunuyormuşuz. Ben çıkınca tek başına devam etmiş. 'Küs küs nasıl olacak bu iş bilemiyorum' diye mızmızlanınca, Fiona, Janice'i aradı. Janice buraya geldi ve barıştık. Ayrıca çiçekleri atmak yerine kuruttuğunu söyleyip, hâlâ benim meleğim olup olmadığını sordu. Ve şuan benden yanıt bekliyor. "Tabii ki öylesin, meleğimsin." diyorum verdiğim yanıta kendim de inanmayarak. "Çok heyecanlıyım Bekcy. Eski günlerimize geri döneceğiz. Her şey mükemmel olacak." diye kısa bir alkış tutuyor Janice. "Ve ekibe geri döneceğin için." diye ekliyor Fiona. "Gerçekten ben de çok heyecanlıyım. Başta Eric'le olan bağlantımı keseceğim için. Bir yandan da çok üzgünüm. Kızlar bana zaten küs. Bir de işten ayrılırsam iyice barışma olasılığımızı yok etmiş olacağım." deyip ağlamaya koyuluyorum. Tanrı aşkına neler oluyor? Janice ellerimi tutuyor. Fiona "Kızlar ve Eric kim?" diyerek Janice'e bakıyor. Hıçkırıklarım arasında, "Hiç umursamamış gibi davransam da onların bana bu davranışları günden güne eritiyor beni. Kendime bile itiraf edemiyorum." "Tamam Becky. Ağlama. Kendileri kaybederler. Sorun yok. Onlar yoksa ben varım, Fi var, annen var, kardeşlerin John ve Amy var..." "John yok!" diyerek Janice'in sözünü kesiyorum. "Neler oldu?" Janice de üzülüyor. Gözleri ele veriyor. O gerçek dost olabilir mi? Ah, kafam çok karışık. "John, Amy'ye mesaj attı. Şu an bir yerde oturup, tanışıyorlar. Özellikle benim buluşmaya gelmememi rica etmiş ve benimle olan tüm bağlarını kesmiş. Amy diyor." Ağlamam biraz daha şiddetleniyor. "Çok saçma. Ben bile biliyorum ki John ile ettiğiniz her kavgada en fazla üç gün küs kalabiliyorsunuz." "Ah." Burnumu çekerek masadan kalkıyorum. Kahve için para bırakıyorum ve, "Kızlar bugün Suze gelecek. Gitmeliyim. Ve Fi, her şey için sağ ol." "Önemi yok." "Evet, var. Bizi barıştırdın." diye atılıyor Janice. Fiona kendi arabasıyla gidiyor. Beni eve Janice bırakıyor. "Uğramak ister misin?" diyerek baş parmağımla evimi işaret ediyorum. "Imm, olur. Barışma keki yaparım sana." Yarım saat sonra Janice ile mutfakta un savaşı yaparken buluyoruz kendimizi. Saçım, her yerim un oluyor. Kahkahalar içinde, "Yeter artııık! Oh, aman tanrım. Bunu ödeyeceksin." diyerek avuçlarımın içinde unla Janice'i kovalıyorum. Salonu geçince Janice dış kapıyı açıyor, bana dönünce fırsattan yararlanıp unu yüzüne fırlatıyorum. Ya da fırlattığımı sanıyorum; Janice bir hamleyle sola çekilince fırlattığım un, elini zile uzatmış tam basacakken basamamış olan Suze'a geliyor. Harika. Şimdi ne yapacağım ya? "Gözüüüm!!!" diye haykırıyor Suze. Martin ise kucağındaki Ernest'i bana tutuşturarak -ellerini bebek gibi çırparak- Suze'un gözlerine üflüyor. "Tanrım! Kör oldu! Kör oldu! Onu kör ettin Becky! Ne yaptın sen?!" Bir yandan kucağımda 'an-ne' diye ağlayan Ernest'i pışpışlayarak, diğer yandan da gözlerinden yaşlar gelen Suze'a dehşetle bakarak, "İstemeden oldu. Suze, iyi misin?" diyorum. Ne yapacağımı şaşırdım. "Hayır!" "Çabuk! Çabuk hastaneye!" Martin kendinden geçiyor. Ernest'i Janice'e veriyorum. "Lütfen, beş dakikalığına." "Tabii, tabii." Janice de ürkek ürkek bizi seyrediyor. Martin kucağında Suze olmasına rağmen öyle bir koşturuyor ki hızına yetişemiyorum. Hastaneye vardığımızda doktorun "Önemli bir şey yok." dediğini duyunca biraz ferahlıyorum. Göz hassas olduğu için tedavi süresinde odanın dışında, Martin ile birlikte koridorda oturuyoruz. Daha doğrusu ben oturuyorum. O ise iki eliyle ağzını tutarak aynı yerde yürüyüp duruyor. "Martin, cidden... Ben görmemiştim..." Martin suratıma bile bakmadan elini havaya kaldırıyor, "Becky, lütfen!" Susuyorum. Yani! Benim ne suçum var ki ha? Suze'u görmemiştim bile! Çok geçmeden Suze dışarı çıkıyor. Gözleri kıp kırmızı. "Ah, Suze! Çok, çok özür dilerim. Orada olduğunu görmemiştim." Yanağımdaki yaşları siliyor Suze, "Ağlama. İyiyim ben." diyor. Suze... Ne yaparsam, ne zaman yaparsam, nerede yaparsam... Her zaman her şeyde yanımda. Martin, Suze çıktığından beri sürekli gözlerinden öpüyor. Deli oluyorum bu adama. Ne kadar gıcık. Üniversiteden beri Suze ile arama giriyor. Eve vardığımızda Janice'in Ernest'i uyutmuş olduğunu görüyoruz. Janice evine gidince ben alt katta, Suze ise üst katta unlardan temizlenmek için banyo yapıyoruz. Banyodan çıkınca saatin gece bir olmasına rağmen Amy'yi arıyorum. Zaten sabaha kadar uyumuyor arasam ne olacak? "Harikaydı!" diye açıyor Amy telefonu. "Ah, yeni bir kardeşim var Becky. Rüya gibi bir şey bu!" "Hemen pabucumuzu dama at!" "Hahaha bilemeyeceğim." "Eee neler konuştunuz?" "Özelimiz." "Hadi ama Amy..." "Hayır." "Öf pekâla yarın kahvaltıya gel Suze burada." deyip yüzüne kapatıyorum. Aramamın nedeni David hakkında konuşup konuşmadıklarını anlamak için Amy'nin ağzını aramaktı. Yoksa John'la ne konuştukları umrumda bile değil. Tabii canım. İki yetişkinler sonuçta. Banane ki yani? Hiç te merak etmedim. Etmedim tamam mı? "Bex?" Suze'un sesiyle çığlık atıyorum. Bir daha iç sesimle tartışmayacağım. Nasıl da dalmışım öyle?! "Sakin ol." diyerek gülüyor Suze. O sırada çığlıma uyanan Ernest ağlamaya başlıyor. Martin gözlerini devirerek Ernest'i uyutmaya gidiyor. Gıcık şey ne olacak. Yalnız kalamızın fırsatıyla, "Suze! Burada dehşet mağazalar var!" "Yarın bakalım o zaman alışverişkolik." diyerek göz kırpıyor. "Ah, bana öyle deme." Kafamı Suze'un omzuna dayarak The Big Bang Theory izliyoruz. Bir süre sonra muhteşem bir uykuya dalmış olsam da Martin'in televizyonu kapatıp ikimizin üzerine battaniye örtmesini hissedebiliyorum. Ama Suze ile Martin'in fısıldaşmalarını duymam zamanımı alıyor; "Zavallı Bex. Nasıl anlatacağımızdan emin değilim. Bunu ona ben söyleyemeyeceğim Martin." Suze burnunu çekiyor. Ağlıyor mu? "Hayatım, yeter artık üzme kendini. Ben konuşup her şeyi anlatırım ona..." Ne? Ne var? Neler oluyor tanrı aşkına? Yine ne var?!
Küçük bir karışıklık oldu o yüzden 16. bölümü silip tekrar koydum.
@Grileydi - Rüya Hırsızı 'nı okumanızı tavsiye ederim.
Sınır 5 vote arkadaşlar. :) Hoşça kalın! ♥
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alışverişkolik
ChickLit"Hayatın hakkında hiçbir şey bilmiyorsun." diyordu kardeşim. ☆ Hayatının son üç yılını hatırlamayan Becky'nin gözlerini açtığında neler değişmiş olacak? Hiç tanımadığı insanlar birden en yakınları olmuş. Eee sonra?