"Yan yanaydık
Ve şehir, böyle mucize görmemişti... "-Cemal Süreya.
***
Gözlerimi parlak olan yıldızlardan hiç ayırmıyorum. Burası partiden sessiz olsa bile daha güzel geliyor bana. Burası muhteşem. Bir gece düşünün ve bir adam. Güzel adam ama öyle böyle değil. Sonra bir gökyüzü hayal edin. Tüm yıldızlar sırayla düzülmüş. Her biri ışıl ışıl parlıyor. Ve siz o güzel adamla bir binanın çatısında oturmuş gökyüzünü seyrediyorsunuz. Ne o konuşuyor ne siz. Sadece manzara konuşuyor. Yıldızların yanı sıra bir güzel şey daha var İstanbul. İstanbul güzel şehir, ışıltılı. İnsanı kendine hayran bırakıyor. Geceleri gündüzlerinden daha güzel. Bir bakan gelip yine bakmak istiyor. İstanbul herkes için ayrı bir anlam ifade ediyor. Bir zengin için güzel bir şehir, turist için tarihi bol olan şehir, bir genç adam için eğlencesi bol olan şehir, aşıklar için bir Paris. Ya biz? Bana gelirsek benim için acı. Ama acının yanı sıra güzel bir şehir. Zaten her acı güzel değil mi? Bize acı çektiren şey zaten o acının güzel olması. Hiç bir güzel olmayan şey bize acı çektiremez. Acı çekmeye değmez.
Bakışlarımı yıldızlardan ayırıp Aliye çeviriyorum. Ona baktığımı fark edince o da bana dönüyor. Gecenin karanlığa inat parlıyor mavilikleri. Mavinin ne kadar güzel olduğunu anlıyorum.
"Neden öyle bakıyorsun, Kül kedisi?"
Omuz silkiyorum. Bir elimi kaldırıp yanağını okşamak istiyorum ama hemen durduruyorum kendimi.
"Seni hiç tanımıyorum, Ali."
Kısa bir anlığına gözleri bir yere dalıyor. Sanki birşeyler hatırlıyor. Sonra hemen toparlıyor kendini.
"Bence insan hiç tanımadığı birinin yanında özgürdür. Boşver tanıma beni."
Kurduğu cümleye sonuna kadar katılıyorum ama yine de onu tanımak istiyorum. Ruhunu, neler sevdiğini, neler sevmediğini, korkularını. Onu ondan daha iyi tanımak istiyorum.
"Sen yine de anlat. Merak ediyorum."
"Ne öğrenmek istiyorsun?"
"Mesela, beni tanımadan önce neler yapıyordun?"
Dudağının ucu kıvrılıyor.
"Seni tanımadan önce Almanyadaydım. Okudum, iki yılım orada geçti ve geri döndüm."
"Neden döndün?"
Nihayet içimi kemiren soruyu soruyorum. İlk önce susuyor. Bir cevap arıyor sanki.
"İstanbulu özledim."
"İstanbulu mu özledin? İnanmam! Peki şimdi Almanyayı ôzlemiyor musun? Kimsen yok mu orada?"
"Neden inanmıyorsun? Bence İstanbul kadar güzel bir şehir yok dünyada. Hem kim olacaktı ki Almanyada?"
Omuz silkiyorum.
"Bilmem. Mesela, sevdiğin kadın ve ya arkadaşların ola bilir."
Gôzleri bir anlığına dalıyor sonra ise gülmeye başlıyor. Ani ruh değişikliği beni şaşırtıyor.
"Ben daha önce aşık olmadım, Selin. Ama sen galiba aşka inanan tiplerdensin."
Son cümlesine gülüyorum. Gerçekten dışardan ôyle mi görünüyorum? Aşka inanan, zavallı insan gibi mi duruyorum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yabancı
Fiksi Penggemar"Hıçkırarak ağlayan kadının gözyaşları, ağlatan adamın başına gelecekleri altına atılacak imzadır. " diye okudu kadın ve bu cümlenin gerçekliğiyle bir kez daha yüzleşti. O mavi gözlü adama kan kusturacaktı, bunca yılın intikamını alacaktı ondan. #Al...