XXV.

342 23 7
                                    

Gece yarısına yaklaşırken eve geldiğinde ablası hala uyumamıştı. Yatak odasını kapısının altından süzülen ışık hüzmesini gördüğünde buna karar verdi. Önce odaya girip selam vermeyi düşünse de vazgeçti. Odasının yanından geçip giyinme odasına girdi doğrudan. Üstündekilerden kurtulup giyinme odasının içindeki banyoya gitti.

Sabırsız bir duşun ardından altına sadece şort giyip odasına geri döndü. Kendini yatağa atıp yatağın yanında şarja taktığı telefonu eline aldı. Bugün provada dahil her boş kaldığında yaptığı aktiviteyi yaptı; fotoğrafları açmak. Yüz küsür fotoğrafa, her fotoğrafın üzerinde dakikalarca inceleme yaparak tekrar tekrar baktı. Sonunda tek bir fotoğrafta kaldı. Çenesini omzuna koyup çektiği fotoğraf. Bu fotoğrafa her baktığında yanağında silik öpücüğü hissediyordu. Ve her hissettiğinde aynı duyguyla dolup taşıyordu.

Onu ilk gördüğünde kalbinde hissettiği çarpıntı hiç gitmemişti. Onun sesini duyduğunda, kokusunu duyduğunda veya tenine dokunduğunda fark edilebilir olsa da onun yanındayken veya onu düşünde kalbinin ritminin hep öyle olduğundan emindi.

İçinde bulunduğu durum onu ne kadar korkutursa korkutsun ona yaklaşmaktan, onu istemekten vazgeçemiyordu. Bunu ikinci gün onu yeniden gördüğünde fark etmişti. Bugün ise fark ettiği şey nasıl bir durumun içinde olduğunu ona gösteriyordu. Gözünü açtığı andan gözünü kapatana dek onu görmek istiyordu ve bu isteğine engel olamıyordu.

Sırt üstü uzanıp kollarını iki yana açtı. Gözlerini kapatıp bugüne ve bugünkü huzura odaklandı. Bir de onu yarın görecek olma düşüncesine.

-

Sae Eun o sabah yine aynı saatte kendiliğinden gözlerini açtı. Hızlı bir duşun ardından saçlarını kurutup dolabın önüne geçip tercihini file çorap, gri oversize kazak ve siyah kadife jile üçlüsünden yana kullandıktan sonra onları üstüne geçirip mutfağa geçti. Şimdi ise mutfakta bir yandan bugünkü programına göz atarken diğer yandan kızarmış ekmek ve baharatlı sütlü çaydan oluşan kahvaltısını yapıyordu.

Kahvaltısını tamamladıktan sonra etrafı toparladı. Telefonu ve çantasını alıp mutfaktan çıktı. Portmantodan siyah kabanını alıp giyerken gözüne çarpan battaniyemsi atkıyı da çantasına astı. Siyah postallarını giyip evden çıktı. Asansöre bindiğinde geçen gün Jonghyun ile karşılaştıkları iki liseli kız da asansördeydi.

"Jonghyun oppanın dün yaptığı paylaşımı gördün mü?" dedi, pembe saçlı Jonghyunlu telefon kabı olan kız diğerine.

"Gördüm. Stevie Wonder'ın şarkısından bir söz. Bence bir anlamı yok."

"Peki ya geçen gün takip ettiği hesap? Kız iki aydır bildirim yapmıyordu. Ama dün gönderi paylaştı," Benden bahsediyorlar.

"Bence kız stilisti falan olabilir. Moda blogu gibi duruyor. Ve kızın stili manyak güzel. Ayrıca kız Liverpool'da yaşıyor." Manyak mı güzel? Yeni nesilin konuşma tarzının sorunu ne?

"Belki de dediğin gibidir."

Asansörün ding sesini duyunca rahatladı. Koşar adımlarla apartmandan çıkıp arabasına bitti. Zehir gibiler. Her şeyiyle takip etmek bu sanırım.

Arabayı çalıştırmadan önce Jonghyun'u aradı.

"Günaydın."

"Günaydın. Sesin kötü geliyor. İyi misin?"

"Boğazım ağrıyor ama sorun yok. Geliyor musun?"

"Evet, şimdi çıktım."

"Tamam."

Our Season | Jong HyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin