Hikayemin isim annesi ve en büyük destekçim Neslihan Küçükler'e sevgilerimle.
*****************
Feray bisikletini kaldırımın kenarına bırakıp, hemen önünde duran küçük dükkandan içeri girdi. Burası satılması için tablolarını, desenlerle renklendirdiği porselen tabak ve vazolarını getirdiği Yusuf Efendi'nin hediyelik eşya dükkanıydı.
Elindekileri tezgahın üzerine bırakırken parmaklarına bulaşmış boya lekelerine takıldı gözleri bir anlık. Yaklaşık üç yıldır parmaklarının süsü olmuştu bu lekeler. İlk zamanlar gören olduğunda utanırdı ama sonra yaptıkları beğenildikçe ve zaman ilerledikçe alışmış, yadırgamamaya başlamıştı.
Yaşlı adamın söylediğine göre yaptıkları sanat eseri değerindeydi ve onun küçük dükkanında çok ucuza gidiyordu, ama Feray'ın yaşadığı sahil kasabasında gidebileceği başka bir dükkan da yoktu.
Çocuk yaşlarda babasının ölümünden sonra annesi ve abisiyle beraber gelip yerleştiği Ege bölgesindeki bu küçük sahil kasabası az sayıda yerli halkı ve yaz aylarında gelen yine az sayıdaki turistlerin haricinde pek kimsenin uğramadığı sakin bir yerdi. Liseyi kasabaya bağlı şehir merkezinde, gidip gelmesi zor olacağından yatılı okumuş, çok istediği güzel sanatlar fakültesine ise bir yıl önce abisinin vefat etmesi üzerine hem maddi sebeplerden hem de anneciğini yalnız bırakmak istemediğinden gidememişti.
Abisi Zafer okumamış, başlarında bir babanın olmaması sebebiyle evin tek erkeği olarak ailesinin geçimini sağlamak için genç yaşında balıkçı teknelerinde çalışmaya başlamıştı.
Doğduğu ve on beş yaşına kadar yaşadığı topraklarda, erkeğin, evin direği olduğunu büyüklerinin zihnine işlemesiyle büyümenin ve hepsinden önemlisi ölümüne şahit olduğu babasının, ailesini ona emanet etmesinin verdiği sorumluluk bilinciyle, annesine ve kız kardeşine kol kanat germişti.
İlk işi annesinin ve küçük kız kardeşinin canını ve namusunu koruyabilmek için memleketten kaçmalarını sağlamak olmuştu. Babasından kalan büyük bir araziye ve hatırı sayılır büyüklükte bir miktar paraya sahiplerdi ancak babasını öldüren Pusat'ların onlara asla rahat vermeyeceğini bildiğinden ve kendisi de toyluğuyla onlarla baş edemeyeceğinden çareyi annesinin de rızasını alarak, herşeyi geride bırakıp, buz gibi bir kış gecesinde yollara düşüp, kaçmakta bulmuştu.
Varlık sahibiyken yokluk çekmelerine mi yoksa babasının büyüğü amcasının Pusat'lardan korkusuna onlara sırt çevirmesine mi üzülsün bilemedi Zafer de annesi de. Feray daha küçük olduğundan ters giden birşeyler olduğunu hissediyor ancak anlayamıyordu. Sadece tedirgin gözlerle anne ve abisini izliyor, onlar ne derse itirazsız yapıyordu.
Ne çocuk olabilmiş ne de gençliğini yaşayabilmişti Zafer. Yetişkin bir erkek gibi annesinin destekçisi olmuş, kendi acısını içine gömüp kız kardeşine babasızlığı hissettirmemek için çabalamıştı. Feray da abisini baba yerine koymuş sözünden çıkmamış ne annesine ne de abisine tek bir gün bile üzüntü vermemişti.
Doğdukları, annesinin uğursuz diye adlandırdığı toprakların eksik bıraktığı üç öksüzdü onlar.
Geçen yıl sonbaharın sonlarında Zafer'in, çalıştığı teknenin çıkan fırtınada parçalanmasıyla hayatını kaybetmesi, anne kızın bir kez daha kolsuz kanatsız kalmasına, yıllar önce yüreklerine yerleşen acının daha da katlanarak büyümesine sebep olmuştu. Yaşadığı evlat acısıyla Fatma Hanım oğluna destek olmak için yapıp sattığı iğne oyalarını eline almaz olmuş, içine kapanmış, evin geçimi hepten Feray'ın üstüne kalmıştı.
Güzel sanatlarda okuma hayalinin yok olmasıyla hüsrana uğrayan Feray ise yine de pes etmemiş parmaklarının yeteneğini gittiği halk eğitim kursuyla geliştirerek, memleketten gelirken yanlarında bulunan bir miktar para ve annesinin bozdurduğu altınlarıyla aldıkları iki oda bir mutfak evlerinin geçimini az çok sağlamaya çalışmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FERAY
General Fiction"Gitme sana muhtacım, gözümde nursun, başımda tacım, muhtacım. Beni öldür öyle git, yaşamak için senin sevgine muhtacım." "Muhtacım" tek kelime ne de güzel anlatır insanın içini. Nasılda kalbini göğsünden söküp verir karşısındakinin ellerine. Nasıld...