Acılar, gece çözülür.
A.HaşimYatağımdan her sabah olduğu gibi, bu sabahta ağlamama sebep olacak düşüncelerimden sıyrılarak kalktım. Şimdi şu lanet hayatıma sövüp de depresyon yaşama vakti değildi. 1 saat içinde hazırlanıp garsonluk yaptığım restoranta yetişmem gerekiyordu. Zaten iki gündür İstanbul trafiği nedeniyle işe geç kalmıştım. Eğer bugün de aynı şey olursa kovulmaktan korkuyordum. Zaten bu işi zar zor bulmuştum. Ne kadar istemesem de evi geçindirebilmek için bu işte çalışmam gerekiyordu. Keşke sevgili babacığımda gece gündüz içmeyi bırakıp evin gelirine katkıda bulunabilseydi. Hadi çalışmıyorsun anladık, neden benim zar zor kazandığım paraya göz dikiyorsun ki? ne olcak işte adi herif! Her akşam eve gelip ne kadar parayı vermemeye diretsemde zorla şiddet uygulayarak kazandığımın yarısını alıp içkiye kumara harcıyordu. Ama bir gün bu pislik yumağından kurtulacaktım. Bu nasıl olacaktı bilmiyorum, ama birgün başaracaktım. Bu baba demeye değmez mahlukat yüzünden hukuk bölümünden burs kazandığım halde üniversiteyi okuyamamıştım bile. Kendi iş bulup çalışma zahmetine girmeyeceği için beni okutmayıp zorla çalıştırıyordu. Üstüne yetmezmiş gibi hergün dayak atıyordu. Artık vücüdumdaki morluklar o kadar çoğalmıştı ki, sıcak günlerde bile uzun kollularla dolaşmak zorunda kalıyordum. Hergün ağladığımdan gülmek sanki haram gibi geliyordu bana. Onun için öz evladı değilde kullandığı bir piyondum sanki. Yüzümü yıkamak için lavaboya geçtiğimde ayna karşısındaki görüntüm bir kez daha gözlerimin dolmasına sebep oldu. Göz altımdaki morluklar, uykusuzluk ve ağlama sonucu oluşan gözlerimdeki şişliker... Ben ne hale gelmiştim böyle? kendi görüntümden korkuyordum. Bana, öz kızına bunları yapmaya hakkı yoktu o adamın. Düşündüklerimin siniriyle hızla makyaj çantamdan kapatıcı ve pudrayı elime alıp yüzümdeki morlulara uyguladım ve gözlerime rimel sürüp makyajımı açık pembe tonlarındaki rujumla tamamladım. En azından şimdi bir şeye benzemiştim. Aslında yüzümdeki morluklar olmasaydı güzel denilebilirdim. Uzun, sarı saçlarım ve koyu mavi gözlerim vardı.
Lavabodan çıktım ve askılıktaki çantamı alıp dolabıma yöneldim. Garson tişörtümü, kot pantolumu ve kapşonlumu üstüme geçirip ayakkabılarımı da elime alarak evden çıktım ve otobüsü beklemeye başladım. Otobüs durağı evin hemen karşısındaydı. Bu bakımdan şanslıydım. Birkaç dakikanın ardından beklediğim otobüs geldi ve üç durak sonra tıklım tıklım dolu olan otobüsün içinden sağ bi şekilde çıkmayı başarabildim. Ardından olabildiğim kadar hızlı koşarak restorant kapısından içeri girdim. Fakat ellili yaşlarının başında olan patronumun sinirli bakışlarıyla karşılaşmayı beklemiyordum. Ne yani, hiç çıkmadığı odasından inme zahmetinde bulunup da kapının önünde benim gelmemi mi beklemişti?
-"Nerdesin sen? altı dakika geç kaldın haberin varmı. Böyle her gün senin geç kalmalarını mı bekleyeceğiz. Bugünden itibaren bir daha beni odamdan indirtme. Yoksa geç kalabileceğin bir işinde olmaz.!"
-"İlhan bey, be... ben özür dilerim ama trafik..."
-"Trafik falan bilmem ben, yeni bir garson bulmak çok zamanımızı almaz. Özellikle de işe geç kalmayacak bi garson."
dedi bastıra bastıra.
Gözünü tişörtümün üstündeki kartta yazan ismimde gezdirerek imalı bir şekilde
-"Mihriban hanım."
Diyerek hızlı adımlarla odasına çıkarken gülme sesleri işittim. Tabii ki beklediğim kişiydi. Ahsen, patronun kızıydı. Benden bir yaş büyüktü ve 24 saatinin çoğunu okuduğu üniversite yerine burada geçirirdi. Hobileri, burada kaldığı süre boyunca beni sinir edecek hareketler yapmaktı. Ahsen'i anlayamıyordum. Ben üniversiteye gidiyor olsaydım eğer bir günümü bile aksatmazdım. Ama tabi o da haklıydı, geleceği garantiydi sonuçta. Zengin kızıydı malum, babası hem bu restorantın sahibiydi hem de birkaç şirketin ortaklığını yapıyordu. Burada çalışmaya başladığımdan beri Ahsen'in bana karşı bir garezi vardı. Sebebini bilmiyordum ama o kadar da taktığım söylenemezdi. Sonuçta gülmekten veya alaylı bakışlarını atmaktan başka birşey yapamazdı. Sırf iş uğruna katlanacaktım artık. Zaten alışmıştım etrafımdaki insanların benimle alay etmelerine, küçük görmelerine. Küçüklüğümden beri bu hep böyle olmuştu.
Ahsen, alaylı bi ifadeyle yüzüme bakarak ekstra uzun topuklu ayakkabılarıyla ve giymediği eteğiyle yanımdan geçip babasının odasına doğru yürümeye başladı. Bense sadece göz devirmekle yetindim.
Akşam olduğunda yorucu ve sıkıcı bir iş gününü daha bitirmiş olduğum için rahatlamıştım. En azından burada kafa dengi birkaç arkadaşım olsaydı bu kadar sıkıcı geçmezdi. Tam kapıdan çıkıyordum ki birinin sesini işittim.
-"Hey, bekle bir dakika!"
Arkamı döndüğümde tişörtündeki kartından adının Miraç olduğunu öğrendiğim esmer ve tatlı görünümlü olan garson çocukla karşılaştım. Yeniydi herhalde burada, ilk defa görmüştüm.
Yüzüne sevimli bi gülümseme yerleştirerek
-"Patron hepimizle bi konuşma yapacakmış, yani bir yere gidemiyorsun."
deyip birşey dememe izin vermeden kolumdan tutup beni mutfağa yönlendirdi.
-"İyi dinleyin, bizim için çok önemli olan, ortağı olacağımız Sancaktar adlı şirketin sahibi ile yarın yemek toplantımız olacak. Ona göre şimdiden hazırlanın. Yarına herşeyin eksiksiz olmasını istiyorum."
Patronun gözleri beni bulduğunda sert bir ifadeyle
-"Ve ayrıca geç kalmayın, 1 dakika bile!" Dedi.
Yanında kızıyla mutfaktan çıkarken Ahsen'in sesini işittim.
-"Kıraç'da gelecek değil mi babacığım."
-"Gelecek kızım sen merak etme. Zaten bi tanışın siz, bizim şirket işi daha da kolaylaşacak."
Kıraç dedikleri adam, galiba Sancaktar şirketinin sahibiydi. Yine ne iş çeviriyordu bunlar? Az çok tahmin edebiliyordum aslında ama beni ilgilendirmiyordu. Daha fazla bu konu üzerinde durmadan Yorgun ve yavaş adımlarla mutfaktan çıktım. Fakat yanımda birinin benimle yürüdüğünü farkedip sağıma döndüğümde Miraç'ı görmeyi beklemiyordum.
-"Sana saçlarından dolayı civciv demeyi düşünüyordum ama bu yavaşlığınla kaplumbağa daha çok yakışır galiba."
Şu an ona laf yetiştirmeye halim yoktu. Birşey demeden yanından geçtiğimde tekrar yetişti.
-"Pek konuşkan değilsin herhalde. Bari ismini bağışla matmazel."
-"Mihriban."
-"Zaten ismini biliyorum, konu açmaya çalışıyorum ama seninde katkıda bulunman gerekiyor. Böyle tek başıma nereye kadar?"
Güldüm. Tek kaşımı kaldırarak
-"Sebep?" diye sordum.
-"Çünkü seninle arkadaş olmak istiyorum. Bu bence çok geçerli bir sebep."
Şaşırmıştım, ilk defa biri bana seninle arkadaş olmak istiyorum demişti.
-"Hmm, bunu düşüneceğim."
Dedim gülerek ve adımlarımı hızlandırıp onu tekrar geçtim.
-"Pekala o zaman iyi akşamlar. Yarın görüşürüz civciv!"
-"Geç kalmazsam belki."
Eve geldiğimde ayakkabılarımı çıkarttığım gibi odama girdim ve kendimi yatağa bıraktım. Acıkmıştım ama ayağa kalkıp da kendime yiyecek bir şeyler hazırlayabilecek halim yoktu. Cebimden külüstür telefonumu çıkartıp yarın işe erken gidebilmek için alarmımı her zamankinden yarım saat erkene aldım ve uykuya dalmak için gözlerimi kapattım. Tam o sırada dış kapının gürültülü sesiyle irkildim. Babam gelmişti.
Korkuyla battaniyemi üstüme çekip uyuyor numarası yapmaya başladım. Aynı zamanda odama gelmemesi için dua ediyordum.
Birkaç dakika sonra içeriye girdi ve beni dürtükleyip bağırmaya başladı.
-"Uyan kız, uyan! birde uyuyor taklidi yapıyor bana burada, nerede paralar söyle!"
O an ki korkuyla Cevap veremedim. Karnıma aldığım darbeyle yere yatıp kıvranmaya başladığımda saçlarımdan tutup beni yerden kaldırdı.
-"Bırak beni! çek ellerini, bırak!"
Diye bağırdım sesimin çıktığı kadar.
-"Cevap versene lan! paralar nerede, çantana mı koydun parayı?"
Param çantadaydı. O almadan hızla çantamı kaptım. Bu sefer kararlıydım, zar zor kazandığım parayı ona yedirmeyecektim.
Karnımın acısını unutup elinden kurtulmaya çalıştım.
Zaten sarhoş olduğu için zor olmamıştı.
Çantamdan her türlü duruma karşı bulundurduğum biber gazını alıp beklemediği anda yüzüne sıktım.
-"Bundan sonra benden 1 kuruş dahi alamayacaksın!"
Koşar adımlarla evden çıktım. Gece gece nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Tüm bedenimi bi anda titreten soğuğa aldırmamaya çalışarak ağlaya ağlaya koşmaya başladım.
-"Pislik herif! şerefsiz! keşke senin gibi bir babam olmasaydı. Annem senin gibi bir pisliğe bunca yıl nasıl katlandı bilmiyorum."
Boynumdaki annemin hatırası kolyeyi sımsıkı tutup öptüm. Şu anda yanımda olmasını o kadar çok isterdim ki. "Herşey geçecek kızım, dayan." Deyip saçlarımı okşamasını.
"Annem, seni o kadar çok özlüyorum ki bendeki hasretin hiç bitmiyor."
Kendi kendime konuşuyordum. Dışarıdan biri beni böyle görse deli olduğumu düşünürdü herhalde. Ama etrafta hiç kimse yoktu.
Bu ıssızlığın nedeniyle içten içe korkmuyor değildim. İyiki odadan çıkarken çantamı yanıma almıştım. İçindeki biber gazının verdiği güvenle boş sokakta yürümeye devam ettim. Yaklaşık 45 dakika sonunda pes edip sahil kenarındaki banklardan birine oturdum. İstanbul bu gece ayrı bir soğuktu, sanki tüm soğuklunu üstüme işlemeye çalışıyormuş, babam yetmezmiş gibi o da canımı yakmaya uğraşıyormış gibi hissediyordum. Gözlerimin buğusundan etrafı artık doğru düzgün göremiyordum bile. Üzerimdeki kapşon her ne kadar beni ısıtmasa da banka uzanıp gözlerimi kapadım. Sanki uyuyabilecekmişim gibi.
Aradan kaç saat geçmişti bilmiyorum ama bu soğukta uyumam imkansızdı, ne kadar uykulu olsam bile uyuyamıyordum. Zaten çevredeki sokak lambalarının ışığı gözümü alıyordu. Telefonumu elime alıp saate baktım. Üçe yaklaşmıştı. Madem uyuyamıyordum, gözlerimi kapatıp dinlenmeye çalışmalıydım fakat birinin sesini duymamla gözlerimi araladığımda birkaç ayyaşın elindeki içkilerle bana doğru yaklaştıklarını farkettim. Elim çantama gitti, içindeki biber gazını sıkıca kavradım.
-"Oo güzelim, bu saatte burada ne işin var."
Bir diğeri
-"Hazır buradasın, eğlenelim bari değil mi." dedi iğrenç sırıtışıyla.
Ardından hepsi topluca güldü.
Bir tanesi kolumu kavradı ve beni kendine çekti. Şimdi ne yapacaktım? Üç kişiydiler, onlara karşı çok güçsüzdüm. Aynı hayata karşı olduğum gibi.
-"Bırakın beni, çekin pis ellerinizi üzerimden!"
Birinin suratına elimdeki biber gazını doğrultup sıktım. Tam kaçacaktım ki diğerinin beni tutup itmesiyle yere kapaklandım.
-"Bu kadar erken davranma bence, daha parti bitmedi."
Üstüme çıkıp üzerimdeki kapşonu kabaca çıkarttı. Ne kadar ağlasam, yalvarsam da boştu. Ölmek istiyordum, dayanamıyordum.
Artık kaderime boyun eğmiştim. Ne kadar çırpınsamda, çığlıklarım yeri göğü inletsede kurtulamayacaktım ellerinden. Birinin gelip beni buradan kurtarmasını ne kadar çok isterdim oysa.
Adam tam pantolonumun fermuarını açacakken kendi çığlık sesimden daha yüksek bir ses işittim.
-"Bırakın kızı!"
Gözlerim sesin geldiği yeri bulduğunda uzun boylu, gecenin rengine ayak uydurmuş olan kişiyi gördüm. Yanıma geldi ve elini bana uzattı.
Beni kurtaracak el buydu, tüm bu karanlığın ardından elini uzatıp etrafımı aydınlatacak el buydu işte.
Üstümdeki adam
-"Sen kimsin de eğlencemizi yarıda bölüyorsun bilader?" Diye seslendi aylak aylak.
-"Kızın üstünden kalkmazsan eğer, ben sana daha güzel bir eğlence yaşatacağım, merak etme sen."
-"Bir de tehdit ediyorsun ha! Tek başına ne yapabilirsin ki, bence kendine bu kadar güvenmemel.."
Daha sözünü bitiremeden siyahlı adamın yumruğuyla yere yapışmıştı. Olanların şokuyla küçük bi çığlık kaçtı ağzımdan. Ardından diğer iki ayyaş, siyahlı adamın üstüne doğru yürümeye başladı. Gözümü açıp kapamamla diğer ikisinin de yerde olduğunu gördüm.
Minnet ve hayranlıkla siyahlı adamı incelemeye başladım. Adını bilmediğim için siyahlı adam şimdilik cazip gelmişti. Üstüne dar olan ceketinden anlaşıldığı kadarıyla güçlü kol kasları ve güçlü bir gövdesi vardı. Üstüne onlarca kişi saldırsa bile hepsini tek başına haklayabilir gibi duruyordu. Bu dünyaya ait biri değilmiş gibiydi. Dalgalı kumral saçları, yüzüne ayrı bi hava katmıştı. Dolgun dudakları, şekilli kaşları ve belirgin çene hatlarıyla sanki bir ilahı andırıyordu.
Gözlerine baktığımda ise göz göze gelmeyi hiç beklemiyordum. Onu incelediğimi farketmiş olmalıydı ki dudağının kenarı hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Utançtan gözlerimi kaçırdım ve etrafıma bakınmaya başladım. Üç ayyaştan eser yoktu, kaçmış olmalıydılar. Tekrar siyahlı adama baktığımda, yavaş adımlarla bana yaklaştığını farkettim. Genelde insanların kahramanları, ya anneleri yada babaları olurdu ama benim hayatımda hiç kahramanım diye adlandırdığım biri olmamıştı. Ta ki şu ana kadar. Artık benim kahramanım, adını bile bilmediğim, beni karanlıktan çekip kurtaran siyahlı adamdı. Yanıma gelip yerden kapşonumu aldı ve bana doğru uzattı. Kapşonu alıp yüzüne baktığımda yüzünde oluşan tebessüm o an gözüme çok çekici gelmişti. Eminim etrafındaki kızlar ona deli oluyordu. Bekledim. Bir şey demedi.
Aradan geçen 8 saniye boyunca hiçbirşey demeden sadece yüzüme bakmış ve suratı ifadesizleşmişti. Artık gözlerini daha yakından görebiliyordum. Gecenin karanlığını, içinde farklı farklı renkleri barındıran gözleri aydınlatıyordu.
Bakışlarımı yere eğerek
-"Teşekkür ederim."
Diyebildim dolu dolu gözlerimle.
Gülümsedi ve kafasını iki yana salladı
-"Yerinde olsam, teşekkür etmezdim sarışın."
Anlamayan gözlerle ona baktığımda gözleri koyulaşmıştı sanki, gecenin renginden farkı yok gibiydi.
-"Hayır, eğer siz olmasaydınız ben.."
Sözümü keserek
-"Ben olmasaydım.. " duraksadı ve devam etti.
-"Yerime başka biri becerecekti seni."
Duyduklarımın etkisiyle gözlerim irileşti, birkaç damla yaşın yanağımdan süzüldüğünü farkettim.
-"Sadece bu kadar.." dedi fısıltıyla.
Konuşamıyordum, dilim tutulmuştu. Kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Duyduğum sözler kalbime yükünü ağır bir şekilde bırakırken o, o kadar rahat söylemişti ki bu kelimeleri hayat bir kez daha dersimi vermişti bana. Bir kez daha umut etmememi öğretmişti. Akıllanmıyordum işte, hayat da ben akıllanmadıkça daha ağır cezalarla geliyordu her seferinde.
Daha demin kahramanım dediğim kişi, az sonra tüm benliğimle ele geçirecekti beni. Sadece bedenimi değil ruhumu da sahiplenecekti zorla.
Şimdi koşamazdım her türlü yakalardı beni. Ağır adımlarla geriye doğru sendelemeye başlamıştım ki ayağım taşa takılıp yere düşünceye kadar. Sesli bir şekilde güldü.
Daha demin gülüşüne hayran kaldığım adamın şimdi gülüşünden iğrenmeye başlamıştım. Diğerlerinden farkı yoktu onun da.
Üzerime çıktı ve öğüt verir gibi
-"Kaçamayacağını sende biliyorsun. Rahat durursan eğer işim hızlı biter. Hem canın da fazla yanmaz."
Dedi işaret parmağını yüzüme doğrultarak.
Yaklaştığında içime çektiğim o koku...
Nefesi içki kokuyordu, o da sarhoştu.
Bir ihtimal kaçabilirim diye gözlerimi etrafta gezdirdim. Biraz ilerde takıldığım taş duruyordu. Tek yapmam gereken beklemediği bir anda harekete geçmekti. Edebildiğim kadar hareket etmeye çalıştım. Bir an dengesini kaybeder gibi oldu, bunu fırsat bilerek uzanıp taşı elime aldığım gibi kafasına vurdum. Anında yere yığılmıştı. O an ağlanacak halime güldüm işte. Siyahlı adamın altından kalkıp çantamı da alarak koşmaya başladım.
Onun için endişelenmiyordum, ölmüş olsa bile. Bundan sonra kimseye güvenmek yoktu. Bir tek kendime güvenecek, kendimin kahramanı yine ben olacaktım.
Yürüyerek restorantın yolunu tuttum. Restoranta varana kadar saat 5 olurdu. En azından bugün işten kovulacağım diye endişelenmezdim. En sonunda restorantın önüne geldiğimde saate bakmak için telefonumu elime aldım. Restorantın açılmasına daha dört saat vardı. Bu süre içinde bir yere yatıp dinlenebilirdim.
Restorantın yanındaki çarka doğru yürümeye başladım. Uzandım ve gözlerimi günün yorgunluğuyla kapayıp bugün olanları düşünmeye başladım. Gözlerim istemsizce dolmuştu yine. Bugün iyi geçmeliydi. Onca olayın ardından toparlanacak gücüm olmalıydı en azından. Şimdilik tek temennim unutamayacağım bu geceyi bana yaşatanları bir daha görmemem olacaktı.Seviliyorsunuz❣️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULMACA (ASKIYA ALINDI)
Fiksi Remaja🔆 Sayılar ön yargınız olmasın... Mihriban: Hayatı ismiyle zıtlaşan, hayal kurmaya ve ümit etmeye korkan bir genç kız. Ne kadar mutlu olmaya çalışsa da hayatın ona izin vermediği, 20 yıllık ömrü boyunca beş harfli bulmacasının sadece anahtar kelimes...