26| biz biriz

1.6K 296 76
                                    

Yürüdük.

Başımı bile dik tutamıyorken, gece saat dört civarlarındayken bulunduğumuz o kasabanın dışına yürüdük.

Normalde arabayla gideceğimiz mesafeleri, nereye gittiğimi bilmememe rağmen onlara rehberlik ederek gittim. Bir dağın yamacıydı kaldığımız kasaba. Yürümek zordu, yer şekilleri inanılmaz olanaksızdı ve ben normalde olsa asla bunca yolu tepmeye kalkışmazdım.

Bir kolum karnıma sarılıydı, her iki adımımda bir tökezliyordum ve bir keresinde düşmüştüm. Ama sanki bir şeye programlanmış gibiydim ve bu şey benim hissettiklerimi devre dışı bırakmıştı. Ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu ve o ses, zihnimde duyduğum o ses tanıdıktı.

Kim olduğunu iyi biliyordum.

Bu beni korkutuyordu. Kendimi bulmak için gelmiştim buraya ama artık istemiyordum, kesinlikle onunla karşılaşmak istemiyordum. Onu görmek, hissetmek, duymak...

Yanımızda Yoongi hyungu da sürüklemişlerdi, rehin olduğunu iyi biliyordum çünkü eğer ters bir şey yaparsam beni onunla tehdit edeceklerdi. İş bitene, onları mezara götürene kadar bana ihtiyaçları vardı. Ben daha sonra ölecektim ama ölecektim işte.

Gerçi şu anda da pek yaşıyor sayılmazdım.

Gözlerim kararıp duruyordu, başım çatlayacak gibiydi. Daha yeni bir kamyon dayak yemiştim, zaten bir çeşit iç kanama geçiriyor olabilirdim. Ağzımdan ve burnumdan akan kan durmak bilmiyordu. Azdı ama sürekli geldiğini biliyordum. Artık onların müdahale etmesine gerek kalmadan  ölme ihtimalim çok yüksekti.

"Bizi oyalıyor musun?" Bana yetişmeye çalışan Hyunseo konuştu. Ona cevap vermedim, veremezdim ki. Uzuvlarımı kontrol etme yetkisi şu an bende değildi. Olsaydı da ona vereceğim cevap bir küfür olurdu. Ardından da zor duruma girerdim ve böylece sonum daha da yaklaşırdı. "Eğer ters bir şey yapıyorsan arkadaşını ölü bil."

Konuşmaya devam etti. Sustum.

Boşta olan elimle yüzümdeki kanı sildim tekrar, bunu her üç-dört dakikada bir tekrarlıyordum, Taehyung'un aldığı bu kazak, bana beni sevdiğini söylemeden önce verdiği kazak artık kaskatı olmuştu, kurumuş kan vücudumu yapış yapış etmişti ve gerçekten mide bulandırıcı kokuyordu. Bir şansım olsaydı bu kazağı kurtarmaya çalışırdım, bu benim için gerçekten çok değerliydi.

Bir uçurumun alt kısmındaydık. Önümüzdeki kayalar dik bir şekilde uzanıyordu yukarıya doğru, el fenerleri ve gaz lambaları olmasa bu şafak vaktinde önümüzü görmemiz çok zordu.

Başımı kaldırdım, bunu yapan da ben değildim, güzel bir dolunay vardı. Ciğerlerimin kaburgalarıma batmasına ve  canımı acıtmasına yetecek kadar derin bir nefes aldım. Bunu yapmayı ben istemiştim. Ay ve gökyüzündeki onca yıldız burada iyi şeylere şahitlik etmeyecekti. Ama bunu güneşin görmesinden daha iyiydi.

Kayalıklar boyunca yürüdüm, uçurumun çevresini dolanıyormuşum gibiydi. Bir yerden sonra toprak yumuşuyordu, hemen ilerisinde yapraklarını dökmüş bazı ağaçlar vardı, birkaç tane de kış mevsimine dayanabilen yeşil ağaçlar duruyordu. Yolumuzu kapatacak kadar sık değillerdi ama görmeyi zorlaştıracak kadar vardı.

Yanından yürüdüğümüz uçurumun yüzeyini sarmaşıkların kapladığı alana yürüdük, artık taş gibi değildi, yeşil görünüyordu.

Sarmaşıkların gittikçe sıklaştığı bir yerde elimi aralarından geçirdim. Duvarla karşılaşmayı bekliyordum ama arka tarafı boştu. Bir mağaraya geldiğimizi anlamam çok da zor olmadı. Normalde buralarda hiç ayı yaşar mıydı, bilmiyordum ama beni yönlendiren ben olmadığıma göre, bilsem de engelleyemezdim.

Ben zifri karanlığa adımımı attığımda arkamdan diğerleri gelmeden önce bakındım etrafa. Artık bir kişinin kontrolü altında hissetmiyordum ve bu demekti ki gelmiştik. Sanırım.

Ayakta kalabilmek için elimi duvara attım, beni ayakta tutan güç artık yoktu ve ben çok bitkindim. Yorgun ve yaralı.

El fenerleri ve gaz lambalarıyla sarmaşıklara zarar vererek girdiler içeriye. Sanki burası benden bir parçaymışçasına canım yandı. Çok derinden bir sızıydı.

"Burası mı?" Hyunseo elindeki lambayı bir taşın üzerine koydu ve duvarlarda göz gezdirdi. Neyi bulması gerekiyorsa daha derine gitmeliydi ama benim buradan kalkacak halim yoktu.

"Siz ikiniz," Hyunseo az önce odada beni tutan iki adamı gösterdi, "İçeriyi arayın."

"Jimin," Yoongi hyung da kendini yere zor bıraktıktan sonra fısıldadı. Dudağı patlamış gibi görünüyordu. "Bizi nereye getirdin?"

"Bilmiyorum." Fısıltı halinde çıkan bu cümle onu tatmin etmeyecekti. Kimseyi etmezdi.

"Kimin sonu burada gelecek, görelim bakalım." Hyunseo ellerini arkasında birleştirdi ve yavaşça içeride volta atmaya başladı. Tavana göz gezdirdi, belirli şekiller vardı ama net göremiyordum ve bu yüzden ne olduğunu çıkarmam zordu.

Gerçekten buradalardı. Onlar.

"Duyuyor musun?" Yoongi hyung uzaklaşmış olan Hyunseo'yu fırsat bilip çok kısık sesle sordu. "Jimin, bir arabanın motor sesi."

Gözlerimi kapayıp bahsettiği şeyi duymaya çalıştım, cidden, derinden gelen boğuk bir ses vardı ama ona bir araba demek çok zordu.

Ta ki ses yakınlaşana kadar.

Diğerleri de bunu duydu, Hyunseo diğer iki adama döndüğünde bir şey demesine gerek kalmadan o ikisi dışarı fırladı. Böylece mağaranın giriş kısmında sadece ben, Hyunseo ve Yoongi hyung kaldık.

Gerçekten çabalarsak onu burada alt edebilir miydik? Muhtemelen. Eğer nefes alırken çalıştırdığım kaslarım dahi ağrıyor olmasaydı, evet.

Hiçbir şey yapmaya kalkışmadım, kalkışamazdım çünkü yeterli gücüm yoktu. Arabanın polis olmasından başka bir şey umamazdım.

Sonra mağaranın derinliklerinden bir ses geldi, birisi koşuyordu, oraya iki kişi gittiklerini düşünürsek bu oldukça korkutucuydu.

Adam tek başına görünür yerde durdu, tam olarak soluklanıyordu ama onun karnının içinden geçen kılıcı gördüm.

Panik yapmadan önce tanıdım kılıcı. Her gece kâbuslarımın başrolüne ait o yanından ayırmadığı şeyi nasıl unutabilirdim? Üzerindeki o garip işlemeleri?

Adam yere devrildi ve sonra gördüm arkasındaki bedeni. Madde halinde değil gibiydi, sanki buradaydı ama değildi de. Benden biraz daha iri ve kemikliydi, yaşadığı dönemden olsa gerekti veya yaptığı işten. Esmer bir teni vardı, benden daha esmer. Uzun siyah saçları toplu değildi, başında mavi bir bandana vardı ve bunun kime ait olduğunu da biliyordum. Üzerindeki kıyafetlerin etek kısımları eskilikten yıpranmış ve yırtılmıştı ama hala kıpkırmızı duruyordu. Kan gibi.

Bana baktı. Direkt gözlerime dikti gözlerini. Sanki bir aynaya bakıyormuşum hissi uyandırıyordu o gözlerinde yatan anlamlar ve bakışları. Titrek bir nefes alıp doğruldum. Ona yaklaşırken tereddüt etmemiştim.

"Beni çok beklettin," dedi. "Yeni bir halimle değişeceğimi düşünmüştüm, oysa yine yavaş algılıyorum. Ya da algılıyoruz. Sonuçta biz aynıyız."

Hyunseo kocaman açılmış gözlerle bizi izliyordu. Belki kokuyu alsaydım altına yaptığını düşünebilirdim.

"Biz diye bir şey yok."

"Amma kırılganmışsın." Yüzüme ve bedenime baktıktan sonra adeta havada süzülüyor gibi döndü çevremde. Sanki yere basmıyordu.

"Daha önce böyle bir şeye ihtiyacım olmadı." Kılıcına diktim gözlerimi.

"Kendini bile koruyamıyorsan, Taehyung'u nasıl koruyacaksın?"

*

Luna | vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin