"Bugünlük bu kadar yeter! Herkes pansiyona geçsin, yarın tekrar buradayız."
Paydos verildiğinde, ufuk kızıldı. Güneş henüz batmamıştı ve bu da demekti ki, havanın kararmasına yeteri kadar vaktim vardı.
Kazı alanı kurak bir araziydi. Hiçbir yerleşim yerine yakın olmaması sebebiyle kimseden bilgi alamıyorduk ve yağmurlarla geçen iklim tipine rağmen arazinin bu kadar kurak olması garipti. Güneş burayı sanki atmosfer yokmuşçasına yakıyordu. Dedektörlere göre aşağıda birçok şeyin olduğunu biliyordum, özellikle benim bölgemde ama kimse başımızda değilken kazı yapmak yasaktı. Tarihi eser kaçakçılığı işten bile değildi.
Sıcaktı, o kadar sıcaktı ki gerekli önlemleri almış olmasaydım cilt kanseri falan olabileceğime emindim. Güneş saçlarımı mahvetmişti, terden bir katmanın içindeydim ve kıpkırmızı olmuştum. Üzerimdeki bol cepli pantolon yüzünden kendimi rahat hissedemiyordum, pantolonun cepleri eşyalarla dolu olduğundan ağırdı. Fırçalar ve birçok başka malzeme vardı. Arkeoloji okumak kesinlikle verdiğim en iyi karar değildi.
"Çabuk toparlan, Jimin! Araba kalkmak üzere." Arkadaşlarımdan biri bana seslendiğinde eşyaları yerleştirmeye uğraşıyordum, son birkaç haftadır berbat haldeydim. Btikindim, bu da yetmezmiş gibi uykularım iğrenç geçiyordu. Vücudumu dinlendirmek için uyumama rağmen, uykularımda daha çok yoruluyordum. Ağır çantayı omzuma asıp hızlı adımlarla bizi bekleyen arabaya doğru yürürken unuttuğum bir şey olup olmadığını kontrol ettim ama unutabileceğim tek şey aşağıdaki tarihi eserlerdi. Zaten biri buraya gelip çalacak değildi, hemen yarın tekrar bulabilirdim eşyalarımı.
"Ne duydum, biliyor musunuz?" Bindiğim arabada henüz stajyerler ve öğrenciler vardı, pek de işlerle alakaları olmadığından onları dinlemeyi seçmiyordum. "Bu kazı gizliymiş, devletin bile haberi yokmuş."
Şimdi dikkatimi çekti tabii, söylediğim gibi tarihi eser kaçakçılığı ciddi bir konuydu ve fazla popülerdi bizim bölümümüzde. Bilirsiniz, bulduğumuz şey dünyanın en büyük elması bile olsa kayda geçene kadar dünyada hiç var olmamış sayılırdı ve sizin elinizdeyken kimse onun sizin olmadığını iddia edemezdi. Gerçi elmas bir yana, biz genelde parşömen buluyorduk. Çanak çömlek ve dikili taşlar falan.
Indiana Jones büyük bir sahtekardı!
"Bu kadar kişinin susacağının garantisi yoktu, eğer gizli bir iş çevirecek olsalar kalabalık bir ekip almazlardı." Direksiyonda bulunan çocuk konuştuğunda başımı salladım, doğruydu. Profesörlerden birine haber verseydim cezaları büyüktü, böyle bir işe kalkışmaları imkansız geliyordu.
"İmzaladığımız belgeyi hatırlamıyor musunuz? Kazı sırasında oluşacak kazalardan veya kayıplardan sorumlu olmadıklarını belirten belge, gizlice fotoğrafını çektim. Gizlilik adında bir madde var, tanrı aşkına, neden gizlemek zorundaymışız ki?"
"Ne yani, bize imzalattıkları belgeyi kimse okumadı mı?" Sessizliğimi ilk defa bozdum, kazıda önderlik edenlerden birisi, ben çamura bulanmışken getirmişti yanıma ve açıkçası sayfa çevirip okuma gözlüğümü takacak durumda değildim. İmzalayıp geçmiştim işte. "Bütçeyi kim sağlıyor? Ekipmanları ve bizim kalacağımız yerlerin masrafını kim ödüyor?" Devletin haberinin olmaması demek, devletin ödenek çıkarmadığı anlamına gelirdi ve devlet ödenek çıkarmadıysa, biz kimin parasından ücret alıyorduk?
"Bilmiyoruz ama şimdi vazgeçmek aptallık olur," dedi yanımda oturan çocuk. Onu tanıyordum, başarılı bir öğrenciydi. "Tazminat için isteyecekleri paranın sonundaki sıfırlar çok fazla." Eh, sabah akşam toprak eşeleyen insanlardık ve hiçbirimiz de zengin değildi, o yüzden... Birinin yararına mı çıkaracaktık her şeyi?
![](https://img.wattpad.com/cover/121964901-288-k956200.jpg)