Kurtlara yedi gün
"Yaşamın efendisi olan insan ölümün de efendisidir."
Spagettimi çubuklarımın arasına almak için çırpınırken kurduğum cümle, bir anda Jongdae'nin ilgisini çekti ve sabahtan beri başını kaldırmadığı magazin dergisinden gözlerini ayırarak bana odaklandı.
"Bu bir alıntı mıydı, yoksa...?"
Sarı saç tutamları konuştuğu zaman alnının üzerinde titreşiyordu. Başımı salladım. Sonunda çok da aç olmadığıma karar verip çubuklarımı kâsenin üzerine bıraktım ve plastik sandalyemin gerisine doğru yaslandım.
"Büyük ihtimalle ama nerede okuduğumu bir tü-"
Beni dinlemediğini başka bir yere odaklandığını fark etmemle cümlemi yarıda kestim. Etrafıma şöyle bir bakış attığımda ben hariç, kafeteryadaki çoğu kişinin hipnotize olmuş gibi çıkış kapısına odaklandığını görmem merakımı kabartmıştı. Başımı çevirip aynı yöne doğru baktığımda, gelenlerin okula yeni kayıt olan bir grup öğrenci olduğunu çok geçmeden algılamış ve dışarıya derin bir nefes bırakmıştım.
Arkamda oturan kızların fısıldayışlarını duyabiliyordum:
"Çok yakışıklılar."
"Bebek gibiler acaba şu solda duran esmer tenlinin adı ne?"
"O esmer ve yanında duran iki çocuğun kardeş olduğuna inanabiliyor musun?"
Merakla başımı bir kez daha aynı yöne çevirdim. Kafeteryanın bana en uzak köşesinde olan ve yeni gelen öğrencilerden ayrı bir tarafta durmalarına rağmen, kızların bahsettiği üçlüyü görebilmiştim. Oldukça soğuk bir duruşları vardı, birbirleriyle ya da başkalarıyla konuşmuyorlardı, etrafa bön bön bakmıyorlardı; Sanki birazdan bir emir gelecek ve onu yerine getirmek için harekete geçecek gibi duruyorlardı. Onlardan hoşlanmadım.
Yine de bakışlarımı çekmememin tek sebebi birbirlerine hiç benzemiyor oluşlarıydı. Kızların fısıldaştığı gibi kardeş olamayacak kadar birbirlerinden farklılardı.
Üç oğlandan biri geniş omuzlu ve oldukça uzundu; halterci gibi kasları olduğuna emindim, üzerinde mont olmasaydı bunu tescilleyebilirdim de, kolunu ikinci oğlanın omzuna atmıştı ki, diğeri ondan epey kısa ve bir erkeğe göre oldukça güzeldi. Sarı saçları ve zayıf olmasına rağmen onun da kaslı bir yapısı vardı. Üçüncüsü de uzun boylu ancak ilkine göre daha az yapılıydı; bronz teni ve aynı bronzlukta saçları vardı. Saçları; diğer iki kardeşinin soğuk duruşuna karşı, ona oldukça çocuksu bir hava katmıştı. Üçünün de gözleri hastalıklı ya da en iyi ihtimalle lens gibi aynıydı; koyu bir kehribar rengi. Bunun yanı sıra göz altlarında çürük gibi mor halkalar vardı. Sanki uzun süredir uyumuyor gibiydiler ancak buna rağmen üçü de insan ötesi bir güzellikteydi.
Aptalca bir dedikodu yumağı olduğunu düşünerek önüme döndüm ve Jongdae'yi bana odaklanması için bir kaç kez işaret parmağımla dürttüm.
Ama o bana bakma gereği bile duymadan, çubuklarıyla az önce baktığım yeri göstererek "Profesör Wu'nun evlatlık çocukları olduğunu biliyor muydun?" dedi.
"İsimleri sırasıyla Park Baekhyun ve Chanyeol ve Kim Jongin" diye devam etti.
Şaşkınlıkla "Park Baekhyun ve Chanyeol mu?" diye sordum.
Jongdae bilmiş bilmiş bakarken "Birlikteler ve birlikte yaşıyorlar." dedi.
"Senin de hiçbir şeyden haberin yok." diye eklemeyi de ihmal etmedi.
"Sen okul gazetesinde çalışıyorsun. Bunları bilmen gayet normal ve ben de bilemeyecek kadar kendi halimdeyim."
Çubuklarımı tekrar elimde alarak yemeyeceğimi bildiğim halde spagettimle oyalanmaya devam ettim. Bir elimi de yanağıma yaslamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7 days to the wolves, kaisoo
Short StoryAvcı göğsünü sırtıma iyice yasladıktan sonra sivri tırnaklarından birini boynuma yasladı ve son kez gözlerimin içine bakarak dostça gülümsedi. 12 Ocak 2018, 0242 02 Mayıs 2020, 1648