Avcı
Yaşadığım her şey; bu korku, çaresizlik, kalbimin deli gibi atması, düşündüğümden çok daha az zaman almıştı. Zaman geçmek bilmiyordu. Baekhyun'un yanına döndüğümde sessizce eşyalarını topluyordu.
"Bir yere mi gidiyoruz?" diye sordum tereddütle. Bir saniye için başını kaldırdı ve yüzüme baktı.
"Jongin aradı. Buraya geliyormuş."
Adını duyduğumda kalbime bir ağırlık çöktü. Ama bunu Baekhyun'a belli etmemeye çalıştım. Bu her şeyi daha karmaşık bir hale getirirdi.
"Havaalanına gidiyoruz, en yakın uçakla şehri terk ediyoruz. Gidip eşyalarını toplasan iyi olur."
Başımı salladım. Panik yapmamaya çalışarak odama geri döndüm. Tüm detayları düşünerek bir plan hazırladım. Baekhyun'un bana bıraktığı çantanın içini biraz karıştırıp cüzdanımı buldum. Jongin'in buraya gelmesi konusunda endişeliydim ama bunun altından kalkabilirim diye düşündüm.
Bu sefer koyu renk arabanın arkasına tek başıma oturdum. Baekhyun sırtını kapıya yaslamış, yüzü Chanyeol'a dönüktü ama her göz göze geldiğimizde bana gülümsüyordu. Gülümsemesine karşılık veriyor ve olabildiğince rahat davranmaya çalışıyordum.
Havaalanına geldik. Şans benden yanaydı ya da hoş bir tesadüftü. Jongin'in uçağı dördüncü terminalde iniyordu, bir çok uçağın indiği en büyük terminal buydu. Uçağının oraya inmesi şaşırtıcı değildi tabii ki ama burası benim ihtiyacım olan yerdi; büyük, karışık. Üçüncü katta bir kapı vardı, o kapı benim tek umudumdu.
Arabayı dördüncü kattaki park yerine bıraktık. Önden önden yürüyordum; çünkü yolu en iyi ben biliyordum. Chanyeol ve Baekhyun inen uçaklara bakıp aralarında bu yerlerin olumlu ve olumsuz özellikleri hakkında konuşuyorlardı. Bunlar benim hiç görmediğim ve göremeyeceğim yerlerdi.
Sabırsızlanmıştım; ayağımı yere vurmaktan kendimi anlamıyordum. Güvenlik noktasındaki bekleme koltuklarına oturduk. Chanyeol ve Baekhyun insanları izliyor gibi yapıyor ama aslında beni izliyorlardı. Durum ümitsizdi. Acaba koşmalı mıydım? Bunu düşünmek bile aptalcaydı. Chanyeol beni anında yakalardı.
Üzerinde isim yazmayan zarfı cebimden çıkardım ve Baekhyun'un siyah deri çantasının üzerine koydum. Bana baktı.
"Mektubum," dedim. Başını salladı ve zarfın kapağını yerine yerleştirdi. Jongin yakında öğrenecekti.
Dakikalar geçiyordu. Jongin'in gelmesine az kalmıştı. Vücudumdaki her hücrenin onun geleceğinden haberdar olması ve özlemle onu beklemesi ne kadar inanılmazdı. Bu işleri daha da zorlaştırıyordu.
"Kahvaltı almaya gidelim," dedi Chanyeol. Baekhyun'da bunu onayladı. Kalbim gittikçe deli gibi çarparken "Olur," dedim mırıltı gibi bir sesle.
Baekhyun yanımda sessizce yürüyordu ve bir eli belimdeydi. Sanki beni yönlendiriyormuş gibiydi. İlk gördüğümüz kafeyle ilgileniyormuş gibi yaptım, gerçekten yemek istediğim şeyi arıyormuş gibi yaptım. İşte oradaydı, tam köşeyi dönünce, Baekhyun'un göremeyeceği bir yerde; üçüncü kat erkekler tuvaleti.
"Lavaboya gidip geleceğim," dedim Chanyeol'un önünden geçerken. Chanyeol bileğimi tuttu ve beni gözlerinin içine bakmaya zorladı. "Hemen gelirim, lavabo köşede zaten."
"Fazla oyalanma," dedi keskin bir sesle. Başımla onayladım ve büyük elinin arasından bileğimi çektim. Lavaboya ulaşır ulaşmaz koşmaya başladım. Bu tuvalette kaybolduğumu hatırlıyorum, çünkü iki çıkışı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7 days to the wolves, kaisoo
Short StoryAvcı göğsünü sırtıma iyice yasladıktan sonra sivri tırnaklarından birini boynuma yasladı ve son kez gözlerimin içine bakarak dostça gülümsedi. 12 Ocak 2018, 0242 02 Mayıs 2020, 1648