✾ 16 ✾

504 44 36
                                    

Fırtınadan Önceki Sessizlik

Jongin'le geçirdiğim muhteşem gecenin üzerinden üç gün geçmişti.

Uyandığımda zihnim öyle bulanık, her şey o kadar iç içe geçmiş bir haldeydi ki, nerede olduğumu hatırlamam uzun zaman aldı. Şık bir otel odasındaydım. Çift kişilik yatak örtüm çiçekliydi, yatağımın iki yanında komodin ve duvara sabitlenmiş gece lambaları yer alıyordu. Duvarlarda bir çok suluboya tablosu vardı.

Buraya nasıl geldiğimi hatırlamaya çalıştım ama başaramadım.

Chanyeol'un arabayı kullandığını ve Baekhyun'un koyu deriden yapılmış arka koltukta benimle birlikte oturduğunu hatırladım. Uzun süren yolculuğumuz boyunca Baekhyun'un kucağında uyuklamıştım ve o bundan hiç rahatsız olmamıştı. Onun sıcak teninden yayılan ısı beni rahatlatıyordu. Jongin neredeyse aklımdan hiç çıkmıyordu. Gözlerimi ne zaman kapatsam tenime değen tenini ve bal kadar tatlı sesini çok net bir şekilde anımsayabiliyordum.

Bulutsuz gökyüzünden süzülen gri ışık gözlerimi alırken bunları düşünmemeye çalıştım. Ama bu o kadar kolay değildi. Chanyeol'un sert ifadesi; Jongin'in dişlerini göstererek korkunç bir şekilde hırlaması; Jongdae'nin anlam veremeyen bakışları; Sehun'un kızıldan sarıya dönen gözleri; Jongin'in beni sevdiğini söyledikten sonraki gülümsemesi... Bunları görmeye dayanamıyordum. Bu yüzden yorgunluğumla savaşıyordum; güneş ise yükseliyordu.

Chanyeol ve Baekhyun'la üç günlük yolculuğu bir günde tamamlamıştık. O sabah ilk uyanan ve her şeyden ilk haberi olan kişi Jongin'di. Sehun açık bir şekilde bütün sürüsünü toplamış bizi tehdit ediyordu. Herkese benimle gönül bağı kurduğunu ve mühürlenmek için beni istediğini, bu yüzden de geri durmayacağını açıkça belirtmişti. Bize bir günlük zaman tanımıştı, Jongin bu sorunu beni kasabadan olabildiğince uzak tutarak çözmeye niyetliydi. Karşı çıkmadım. Ondan ayrı kalmak canımı yaksa da denileni yaptım.

Önümde uzanan geniş düzlüğe bakıyordum. Palmiye ağaçlarının gölgeleri otoyola vuruyordu; her birinin şekli hatırladığımdan daha keskindi ve ağaçlar olmaları gerekenden daha soluk renkliydi. Parlak ve açık otoyol tehlikesiz görünüyordu. Ama benim içim hiç rahat değildi; kendimi olmam gereken asıl yerde gibi hissetmiyordum.

"Havaalanına nereden gidiyoruz, Kyungsoo?" diye sordu Chanyeol, sesi oldukça yumuşak ama tedirgindi. Uzun gecenin sessizliğinden sonra ilk Chanyeol konuşmuştu.

"1-10 yolundan devam edelim," diye cevap verdim. "Havaalanının yanından geçeceğiz."

Uykusuz beynim çalışmıyordu neredeyse.

"Bir yere mi uçuyoruz?" diye sordum Baekhyun'a.

"Hayır ama ne olur ne olmaz diye havaalanına yakın olmamız iyidir."

Uluslararası hava limanının etrafından dolandığımızı hatırlıyordum ama sonra yeninden uyuya kalmıştım. Her ne kadar yaşadıklarımı bastırsam da Chanyeol'un beni kucağına almış bir yere taşıdığını da hatırlıyordum. Ama bu odayı hiç hatırlamıyordum.

Masanın üzerinde duran saate baktım. Saat üçtü. Yerimden kalkıp pencereye doğru yöneldim. Odam otoyolun ıssız bir bölümünde ve havaalanının uzun süreli park yerine bakıyordu. Nerede olduğumu bilmek biraz olsun içimi rahatlatmıştı.

Camdaki yansımamdan kendimi inceledim. Üzerimde hâlâ Jongin'in bana verdiği kıyafetler vardı ve bana büyük geliyorlardı. Odaya bakındım, Baekhyun'un bana bırakmış olduğunu düşündüğüm çantaya doğru ilerlemiştim ki biri kapıma hafifçe vurarak beni yerimden sıçrattı.

7 days to the wolves, kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin