Korku
Jongin güneşin son huzmelerinin altında oturmuş insanı şaşkına çeviriyordu. Bütün bir akşam üzeri ona baktığım halde onu öptüğüme inanamıyordum. Aklıma sürekli göğsünden göğe doğru uzanan mavi dalgalar geliyordu ve bu da beni büyülüyordu. Gülümsememi tutamadım ve elim ister istemez alnıma gitti.
Neye gülümsediğimi sordu ama cevap vermedim. Bu arada ben de güneşin tadını çıkarıyordum. Jongin gibi gözlerimi kapatıp tasasızca yüzümü gökyüzüne çevirmeyi tercih ederdim ama sadece elimi çeneme dayamakla yetindim. Hâlâ ona bakıyordum.
"Seni korkutmuyor muyum?" diye sordu şakayla karışık.
"Her zamanki kadar."
Yavaşça yaklaşıp elini tuttum. Parmaklarımın titrediğini fark etmiştim ve kesinlikle o da fark etmişti.
"Yanımda olmak hâlâ seni rahatsız ediyor mu? Yani şeyden sonra-"
"Hayır," diye sözümü kesti gözlerini açmadan. "Bunun nasıl bir şey olduğunu tahmin bile edemezsin." içini çekti.
Elimi kaslı kolunda gezdirmeye başladım, bileğindeki damarları parmağımla takip ediyordum. Bu, bana onu öpmekten bile zevkli gelmişti. Bir anda doğrulup parmaklarını yüzüme dayadı.
"Sanırım artık kendime gelebildim," dedi. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı.
"Ben dünyanın en büyüleyici yaratığıyım değil mi? Gözlerini benden alamıyorsun." dediğinde eline bir tane vurup oturduğum yerden doğruldum. Bu, onun kahkaha atmasına sebep olmuştu.
İtiraf etmek gerekirse bu sesi duymak güzeldi ama bunu ona belli etmedim. Yüzümde ablak bir ifadeyle yerden kalkışını seyrettim.
" Haksız olmadığımı biliyorsun," dediğinde, gözlerimin bir gün şaşı kalacağına emin bir şekilde göz devirdim ve arkamı dönüp yürüyebildiğim kadar hızlı bir biçimde yürümeye başladım.
Yalandan koşuyormuş gibi yaparak yanıma geldiğinde "bensiz mi gidiyorsun?" diye sordu, sesinde sahte bir hüzün vardı.
"Yolu bile bilmiyorsun ki."
Ona aldırış etmeden yürümeye devam ettim. Açıkçası sinirli falan değildim, sadece çok utanmıştım. Sapık gibi sürekli ona bakmaktan ve dokunmaktan kendimi alamıyordum ve aklında başka bir şey uyandırmış olmak istemiyordum. Sanki bunu daha önce defalarca yapmamışım gibi.
Hızlı adımlarla önüme geçerek yolu göstermeye başladı. İstemsizce gözlerimi yapılı sırtından yavaşça kalçalarına doğru indirdim. Sanki bunu yaptığımı biliyormuş gibi başını geriye doğru çevirdi. Eş zamanlı olarak ben de başımı soluma doğru çevirmiştim. Hâlâ gülümsüyordu.
"Bütün yol boyunca susacak mısın yani?" diye sordu.
"Evet," dedim kararlı bir şekilde ve bu da önümde durup omuzlarımı kavramasını sağladı.
"Eğer utancını yenecekse," deyip duraksadı. Gözlerimin içine son bir kez baktı ve yavaşça yanağıma doğru eğilip kulak altımı öptü. İrkilmiştim. "zarar vereceğimi bilmesem seni saatlerce öpebilirdim." diye fısıldadı.
Ve bu da bütün utancımı kırmıştı. Şimdi kendini beğenme sırası bendeydi.
"Eh, bende senin yerinde olsaydım bunu saatlerce yapardım."
Bir anda ciddileşti. "Sana gerçekten zarar verebilirim."
Omuzumdaki elini avuçlarımın arasına aldım ve elini yüzüme yaklaşırdım. Avuçlarının içi sıcacıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7 days to the wolves, kaisoo
Short StoryAvcı göğsünü sırtıma iyice yasladıktan sonra sivri tırnaklarından birini boynuma yasladı ve son kez gözlerimin içine bakarak dostça gülümsedi. 12 Ocak 2018, 0242 02 Mayıs 2020, 1648