Buluşma
Hava bulutlu ama yumuşaktı. Güneşin tatlı ışıltısı beni uyandırdı. Başımı yastığa iyice gömmüştüm, sersem gibiydim. Gözlerimi açmak istemiyordum. Sert bir şekilde yana döndüm ve tekrar kolayca uykuya dalabilmeyi diledim. Sonra birden gece olanları hatırladım. Yerimden o kadar hızlı sıçradım ki bir an için gözlerim karardı.
"Günaydın minik ot yığınım." Boğuk sesi pencerenin önünden geliyordu.
"Jongin, gitmemişsin," dedim heyecanla. Kendimi hızla yataktan dışarı attım ve bedenimi onun kollarının arasına bıraktım. Sıcacık parmaklarını saçlarımın arasında dolaştırdı. Bu kontrolsüz coşkum ikimizi de şaşırmıştı. Rahatsız olup olmadığını görmek için gözlerine baktım. Ama o gülümsüyordu.
"Seni bırakıp gideceğimi düşünmen gururumu kırdı," diye cevap verdi. Ona daha sıkı sarıldım. Başımı omuzuna yasladım, teninin kokusunu içime çektim.
"Rüyada gibiyim. Uçuyorum."
"Yaratıcılığın ölmüş," diye dalga geçti.
Ondan uzaklaşıp geri geri yürümeye başladım. İşaret parmağımı ona uzatıp "birazdan geliyorum," dedikten sonra hışımla banyoya koştum, duygularımın içinden çıkamıyordum. Sürekli gülümseyip duruyordum, gözlerim parlıyordu ve tuhaf bir şekilde hayat dolu hissediyordum. Aynadaki yüz bana tamamıyla yabancıydı. Dişimi fırçaladıktan sonra saçlarımı tarayıp şekil verdim. Yüzümü soğuk suyla yıkadım ve olabildiğince nazik bir şekilde kurulandım. Koşar adımlarla odama geri döndüm.
Jongin'in bir kolunu cama dayayıp beni bekliyor olması harikulade bir şeydi. Bana dönüp kollarını açması kalbimin çarpmasına neden oldu.
"Hoş geldin," diye mırıldandı ve beni kollarının arasına tekrar aldı. Birden duş aldığını ve kıyafetlerini değiştirdiğini fark etmiştim.
"Hangi ara eve gidip geldin?" diye sordum kaşlarımı çatarken.
"Sen mışıl mışıl uyuyorken. Geldiğim kıyafetlerle dışarı çıkamazdım, komşular ne der sonra?"
Suratımı astım. Tam bir şey demek için ağzımı açmıştım ki "Kahvaltı vakti," diyerek bana engel oldu. Onun her zaman aç olmasına asla alışamayacaktım. Her zaman ama her zaman açtı. Birlikte mutfağa indik ve kahvaltı için birer tost hazırladık.
Masaya otururken "Bugün programda ne var?" diye sordum.
Bir cevap bulmaya çalışırken onu seyrediyordum. "İstersen kardeşlerimi çağırırım, sen de Jongdae'ye haber verirsin ve birlikte zaman geçiririz."
"Jongdae'yi çağırırsam her şeyi baştan anlatmamız gerekir." dedim keyifsiz bir biçimde. "Biliyorsun, o olayların bir kısmını biliyor yani..."
"Benim için sorun olmaz," diyerek sözümü kesti. Bir an için duraksadım.
"Muhtemelen senin kardeşlerin de ne olduğunu öğrenmek isterler."
Bana yan yan baktı. "Onlar zaten her şeyi biliyorlar. Hatta dün iddiaya bile girmişler." dedi gülümseyerek. "Senin de bana açılıp açılmayacağın üzerine bir iddia. Açıkçası Chanyeol'un bu konuda ılımlı olması hoşuma gitse de garibime gidiyor. O çok korumacıdır. Muhtemelen herhangi bir zarara yol açmamdan epey endişe duyuyor."
"Ne gibi bir endişe?" diye sordum.
"Beni kanlar içinde arka bahçende dikilirken gördüğün tarzda bir endişe." tepkisi tuhaftı. "Onun gibi bir şey işte." Huzursuzca hemen başını çevirdi, gözlerini göremedim. Merakla ona bakıyordum. Sonra yine bana döndü ve yüzünde yine o dayanılmaz gülümseme belirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7 days to the wolves, kaisoo
Short StoryAvcı göğsünü sırtıma iyice yasladıktan sonra sivri tırnaklarından birini boynuma yasladı ve son kez gözlerimin içine bakarak dostça gülümsedi. 12 Ocak 2018, 0242 02 Mayıs 2020, 1648