Mühür
Jongin, beni arabasına doğru çekiştirmeye devam ederken, arkama dönüp Jongdae'ye ufak bir bakış attım. Okul kapısından içeriye girmek üzereydi. Tekrar önüme döndüğümde Jongin'in neden bu kadar gergin olduğunu çözmeye çalışıyordum. Biraz önceye kadar her şey normalken, şimdi tepetaklak olması için hiçbir neden yoktu.
Sormak için arabaya binene kadar bekledim. Heyecandan parmak uçlarım buz kesmişti ve midemde tuhaf bir yumru vardı.
Jongin kendi koltuğuna yerleşirken "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.
"Kemerini tak," diye emrettikten sonra başka hiçbir şey söylemedi. Normal davranmadığını söylemek için onu tanımama gerek bile yoktu. Dediğini yapıp kemerimi bağladım.
"Nereye gidiyoruz?" üstüne basa basa tekrar sorduğumda derin bir nefesi dışarıya doğru bıraktı. Direksiyonu sıkmaktan, parmak boğumları gittikçe soluk bir renk almaya başlamıştı.
"Gece olmadan kasabadan ayrılmayı düşünüyorum." dediğinde şaşkınlıkla ona doğru döndüm.
"Ne?" sesim istemsizce yükselmişti.
"Kyungsoo... Her şeyi anlatacağım. Sadece... Sadece bana biraz zaman ver ve soru sorma, tamam mı?"
Neden yaptım bilmiyordum ama yol boyunca sessiz kaldım. Jongin sayesinde kısa süre içerisinde öğrendiğim bir şey varsa eğer, o da güven kelimesinin 'yapıyorsa vardır bir bildiği,' anlamına geldiğiydi. Bedenimi tamamıyla yana doğru çevirdikten sonra elimi Jongin'in direksiyonu sıkan elinin üzerine koyarak yüzüme güven veren bir gülümseme yerleştirdim. Bakışlarını üzerimde gezdirirken sarhoş gibi o da gülümsedi.
Çok geçmeden kasabadan ayrılmıştık.
"Babam endişelenecek." diye mırıldandım. Sessizliğe daha fazla katlanamıyordum.
"Ona bu gece bende kalacağını söyle."
Zihnime hücum öden görüntüleri göz ardı etmeye çalışarak telefonumu kotumun arka cebinden çıkardım ve babama bu gece evde olmayacağıma dair ufak bir mesaj attım. Sorun etmeyeceğini bilecek kadar onu tanıyordum. Hatta oğlu biraz olsun sosyalleştiği için bundan mutluluk duyacağına emindim.
Sonunda dar bir patikanın önünde durduğumuzda zaman kaybetmeden arabadan indik. Korkuyordum çünkü Jongin yüzüme hiç olmadığı kadar farklı bakıyordu. Ayrıca hava çok soğumaya başlamıştı, üşüdüğümü hissediyordum. Jongin bunu sezmiş gibi elimi tutup beni ormanın içine doğru çekiştirirken "Bu taraftan," diye mırıldandı.
"Kasabadan ayrıldığımızı söylediğine otele falan gideriz diye düşünmüştüm."
Jongin pis pis sırıttı. "Fantezilerini kendine sakla."
"Nedenmiş o?" dediğimde bir yandan da omuzuna çok sert olmayan bir yumruk attım.
"Çünkü yaratıcı değiller."
Bir an için kolları dirseklerine kadar katlanmış olan beyaz gömleğiyle ne kadar harika göründüğünü düşündüm. Bu kutsal yaratık kesinlikle benim için yaratılmış olamazdı.
"İstediğimde ne kadar yaratıcı olduğumu bilemezsin." Sertçe yutkundum.
Jongin yürümeyi kesip bana doğru döndüğünde bakışlarımı göğüsünden, gözlerine doğru yavaş yavaş tırmandırdım. Yüzünde hâlâ o pis sırıtış vardı, avucundaki elimi yavaşça dudaklarına götürüp parmak boğumlarıma ufak bir öpücük bıraktı. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi salak salak sırıtarak yürümeye devam etti. Neden böyle bir şey yaptığını anlayamamış olsam da üzerinde durup düşünmedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7 days to the wolves, kaisoo
Short StoryAvcı göğsünü sırtıma iyice yasladıktan sonra sivri tırnaklarından birini boynuma yasladı ve son kez gözlerimin içine bakarak dostça gülümsedi. 12 Ocak 2018, 0242 02 Mayıs 2020, 1648