"İçinde bulunduğumuz sessizlik kadar, can yakartıcısın Taehyung."
Kendimden habersizce söylediğim bu sözlerden pişman olmamakla beraber, devam etmek için kendimi parçalamak istiyordum.
Bazı şeyleri göz ardı etmek bile, gözüme çarpar hale gelmişti.
Örneğin, bu iğrenç sessizlik.
Kaçamıyordum.
Normalde bir mağazayı gezebilir; yüzlerce, binlerce ses tonu keşfedebilirdim.
Bir sokakta gezebilirdim.
Ama Taehyung sesini çıkartamamasına rağmen, onun sesini bekliyordum ben.
O kalın, tatlı tatlı tatlı sesini.
Onun olduğu yer, sessizlik eviydi.
Sessizlik hakim sürerdi ve çıt bile çıkmazdı.
Bir boşlukta geziyor gibiydim onun yanında.
Canımı yakıyordu.
Sesini çıkartamaması onun suçu değildi, farkında olan en iyi kişi bendim.
Ama bana bakmıyordu bile.
Bazen ona öyle bir bağırıp çağırasım geliyordu ki...
Ses tellerim yırtılana kadar bağırarak ona sevdiğimi söylemek istiyordum; onun gibi konuşamaz hale gelip, onunla birlikte sonsuza kadar sessiz kalmak istiyordum.
Söylemek isterdim.
Ah, bana o içinde can vermek istediğim gözleriyle bakmasa...
Kafasını bana çevirdi.
Ne vardı ki bakışlarında? Çözemiyordum.
Kafasını eğdi.
Bana bakmayı kesti,
gözümden bir yaş aktı.
Gülümsemeye çalıştım, gözümden yaşlar daha da süzüldü.
Gülerken kısılan gözlerim, işime yaramıyordu.
Kafasını yana çevirdi ve eline kalemlen kağıdı aldı.
Hızlıca bir şeyler yazıp, bana uzattı.
Kağıda baktım.
'Beni her gün gözyaşlarımda boğan, asıl kişi sensin.'