Parantez
I
SOYUT DÜŞÜNCE OLARAK MANASTIR
Bu kitap, baş kişisi sonsuz varlık olan bir dramdır. İnsan ikinci kişidir.
Bu böyleyken, yolumuzun üstüne bir manastır çıkınca, onun içine girmemiz gerekti. Niçin? Çünkü Batı'ya olduğu kadar Doğu'ya da, modern zamanlara olduğu kadar antikçağa da, Hıristiyanlığa olduğu kadar Putperestliğe, Budizme, Müslümanlığa da vergi bir müessese olan manastır, insanoğlunun sonsuzluğa bakmakta kullandığı optik cihazlardan biridir.
Bazı fikirlerin ölçü dışı geliştirilmesinin hiç de yeri değildir burası. Ancak ihtirazlarımızı, sınırlamalarımızı, hatta patlamalarımızı olduğu gibi korumak şartıyla, şunu söylemek zorundayız ki insanda, iyi ya da kötü olarak anlaşılmış, sonsuzluğa rastladığımız her defasında içimizde bir saygı duygusunun kabardığını duyarız. Havrada, camide, pagodada, wigwamda hem bizi tiksindiren iğrenç bir yan hem de hayranlık duyduğumuz ulvi bir yan vardır. Tanrı'nın insanlık duvarı üzerinde yansıması zihin için ne muazzam bir seyir, ne uçsuz bucaksız bir hayal dünyasıdır!
II
TARİHİ OLGU OLARAK MANASTIR
Tarih, akıl ve gerçeklik bakımından, manastırcılık mahkûm edilmiştir.
Manastırlar bir millette çoğaldıkları zaman, dolaşımda düğüm noktaları, engelleyici müesseseler haline gelir, çalışma merkezleri gerektiren yerlerde tembellik merkezleri oluştururlar. Meşe ağacına göre ökseotu, insan vücuduna göre siğil ne ise, büyük insan topluluklarına göre manastır toplulukları da odur. Onların refahı ve semirmesi ülkenin yoksullaşması demektir. Uygarlığın başlangıcında iyi olan, şiddet unsurunun ruhi unsur tarafından azaltılmasına yarayan manastır rejimi, halkların kudreti bakımından zararlıdır. Bundan başka hâlâ örneklerini vermeye devam ettiği gibi, gevşeyip de düzensizlik devrine girdiği zaman, safiyet devrinde onu bir kurtarıcı yapan bütün nedenler kötü bir hal alır.
Dış dünyaya kapanmaların zamanı geçmiştir artık. Çağdaş uygarlığın ilk eğitilişi sırasında yararlı olan manastırlar, onun büyümesini engellemişlerdir ve gelişmesine zarar verirler. Bir kurum, insan için bir gelişme tarzı olarak manastırlar 10. yüzyılda sevilir, 15. yüzyılda tartışma götürür, 19. yüzyılda ise nefret uyandırırlar. Manastır cüzamı yüzyıllar boyunca Avrupa'nın biri ışığı, öbürü ihtişamı olan iki hayran olunası milletini, İtalya ve İspanya'yı neredeyse kemiklerine kadar kemirip bitirmiştir ve şu içinde bulunduğumuz devirde, bu iki şanlı millet ancak 1789'un güçlü ve sağlam sağlık bilimi sayesindedir ki yeniden sıhhat bulmaya başlamışlardır.
Manastır, özellikle antik kadınlar manastırı, bu yüzyılın ışığında İtalya'da, Avusturya'da, İspanya'da hâlâ görüldüğü şekliyle, ortaçağın en karanlık kalıplaşmalarından biridir. Manastırın bu türlüsü, dehşetlerin buluşma noktasıdır. Halis şekliyle Katolik manastırı, baştan başa ölümün simsiyah ışığıyla doludur.
Hele İspanyol manastın büsbütün mezarımsıdır. Orada karanlığın içinden, sisle dolu kemerlerin, karanlığın zoruyla belirsizleşmiş kubbelerin altından, katedraller gibi yüksek, Babil kulesivari masif mihraplar uzanır yukarılara; karanlıklar içinde zincirlerin ucuna takılmış muazzam beyaz çarmıhlar sallanır; abanoz zemin üzerinde fildişinden büyük İsa'lar çıplak uzanmış yatar; kanlı değil kan içindedirler; iğrenç fakat muhteşemdirler; dirseklerinden kemikleri, dizlerinden sıyrılmış derileri, yaralarından etleri görünür. Başlarına gümüşten dikenli taçlar konmuştur, altın çivilerle çakılmışlardır, alınlarında yakuttan kan damlaları, gözlerinde elmastan gözyaşları vardır. Elmaslarla yakutlar ıslak gibi dururlar ve aşağıda peçeler örtünmüş yaratıklara karanlıkta gözyaşları döktürürler; böğürleri kıl gömlekle, demir uçlu kamçıyla eziyet görmüş; göğüsleri kamıştan kalburlarla ezilmiş, duadan dizlerinin derisi soyulmuş yaratıklardır bunlar; kendilerini evli sayan kadınlar, melaike olduklarını sanan hayaletler. Bu kadınlar düşünürler mi? Hayır. İstek duyarlar mı? Hayır. Severler mi? Hayır. Yaşarlar mı? Hayır. Sinirleri kemikleşmiş, kemikleri taşlaşmıştır. Peçeleri geceden dokunmuştur. Peçe altında nefesleri ölümün kim bilir hangi trajik soluğuna benzer. İnsanlara eziyet etmek için yeryüzünde dolaşan bir ölü hayaletine benzer bir başrahibe, onları hem takdis eder hem dehşet içinde tutar. Lekesiz saflık, orada vahşi bir haldedir. Eski İspanyol manastırları böyledir İşte. Korkunç sofuluk yuvalan, bakire inleri, zulüm yerleri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefiller
ClassicsHugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği sürdükçe, böylesi kitaplar gereksiz sayılmayabilir." Yurdunun çıkarları adına siyasal kavgalardan hiç çekinmedi. Bu yüzden de tam yirmi yıl s...