Aniden hücum borusu çaldı.
Saldırı şiddetliydi. Bir akşam önce, karanlıkta, sessizce, bir boa yılanı gibi barikata yaklaşmışlardı. Güpegündüz bu geniş sokakta aniden baskın yapmak olanaksızdı; askeri kuvvet açıkça ortaya çıkmış, top ateş saçmaya başlamıştı birden. Ordu barikata saldırdı. Güçlü bir piyade kolu, milli muhafızlar ve şehir muhafızlarıyla da yer yer takviye edilerek görünmeyen ama işitilen büyük kitlelere yaslanarak, trampetlerini ve borularını çala çala süngüler çatılmış, önde baltacı erler olmak üzere, koşar adım sokağa girdiler, mermi yağmuru altında sakin ve telaşsız, dosdoğru barikatın üzerine yürüdüler.
İsyancılar şiddetle ateş açmıştı. Şimşekten bir yelesi vardı barikatın. Saldırı öylesine zorluydu ki bir an saldıranlarla doldu barikat; ama hemen sonra, aslanın köpekleri silkelemesi gibi silkeledi askerleri.
Hücum kolu geri çekilmek zorunda kalınca sokakta, açıkta, yığılı kaldı bütün dehşetiyle ve istihkâma korkunç bir ateşle karşılık verdi. Havai fişek görmüş olan herkes "demet" adı verilen yıldırım çatışmasından meydana gelen desteyi hatırlar. Bu demeti dikine değil de yatay durumda, ateş fıskiyesinin her ucunda bir kurşun; bir domuz saçması, bir mermi taşıyan, gök gürültülü salkımlarında ölüm sıralanan bir demet olarak düşünün; işte bunun altındaydı barikat.
Her iki yanda da istek ve karar eşitti. Vahşete kadar dayanıyordu buradaki kahramanlık. Bir milli muhafız askerinin bir zuhaf askeri gibi savaştığı devirdi. Askeri kuvvet kesin sonuca varmak istiyordu; isyan, çarpışmak istiyordu. Bu çarpışmada herkeste ölüm saatinin yüceliği vardı. Ölülerle doldu sokak.
Barikatın bir ucunda Enjolras, diğer ucunda Marius bulunuyordu. Enjolras bütün barikatın komutası kendisinde olduğu için kendini koruyor, siperleniyordu; bulunduğu mazgalın altında, onu fark etmeden üç asker düşüp öldü. Marius kendini mermilere hedef etmiş, açıkta savaşıyordu. Bir rüyada gibi atılmıştı savaşa; ateş eden bir hayalet sanırdınız onu.
Kuşatılmış olanların fişekleri tükeniyordu ama acı alayları asla. İçinde bulundukları bu ölüm girdabına gülüyorlardı.
Courfeyrac'ın başı açıktı.
Bossuet:
"Şapkanı ne yaptın sen, kuzum?" diye sordu.
Courfeyrac:
"En sonunda onu benden gülle ata ata aldılar!" dedi.
Ya da yüce şeylerden söz ediyorlardı.
Feuilly acı acı:
"Bize katılacaklarına, bize yardım edeceklerine dair ant içen, şeref sözü veren bu adamları anlamaya imkân var mı?" diyordu. "Bize komutan oldular, sonra yüzüstü bıraktılar."
Bu arada birtakım adlar da sayıyordu. Bunlar, eski ordudan herkesin tanıdığı birçoğu ünlü kimselerdi.
Combeferre ciddi bir gülümseyişle şu karşılığı vermekle yetiniyordu:
"Şeref kurallarına, yıldızları inceler gibi, pek uzaktan bakan kimseler vardır."
Barikatın içinde o kadar yırtılıp atılan fişek vardı ki, kar yağmış gibiydi yerlere.
Kuşatanlarda sayıca üstünlük, kuşatılanlarda ise durum üstünlüğü vardı. Bir duvarın tepesindeydiler; yaralılarla ölülere ayakları takılan, dik duvara çarpan askerleri menzilden ateş yağmuruna tutuyorlardı. Gerçekten bu barikat, yapılış şekliyle de, olağanüstü desteklenişiyle de, bir avuç adamın bir orduyu bozguna uğratabileceği bir durumdaydı. Ne var ki boyuna takviye alan, kurşun yağmuru altında gittikçe büyüyen hücum kolu karşı konulmaz bir şekilde yaklaşıyordu; ordu şimdi azar azar, adım adım, ama kesinlikle vidanın mengeneyi sıkıştırması gibi sıkıştırıyordu barikatı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefiller
ClassicsHugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği sürdükçe, böylesi kitaplar gereksiz sayılmayabilir." Yurdunun çıkarları adına siyasal kavgalardan hiç çekinmedi. Bu yüzden de tam yirmi yıl s...