Bu öldürücü saatte ve bu amansız yerde, sonuç olarak herkesin durumu Enjolras'ın yüce hüznünde dile geliyordu.
Devrim düşüncesinin tümü, Enjolras'ın kişiliğinde yaşıyordu, ama tam değildi; mutlak ne kadar mutlak olabilirse o kadar. Saint-Just'ten epey almıştı ama, Anacharsis Clootz'dan yeteri kadar değil; bununla birlikte ABC Dostları derneği içinde, Combeferre'in düşüncelerinin oldukça etkisinde kalmıştı. Bir süredir yavaş yavaş dogmanın dar formundan sıyrılıyor, ilerlemenin ufuklarına doğru yürüyordu. Böylece, büyük Fransız Cumhuriyeti'nin, insanlık cumhuriyeti haline gelmesini, belirleyici ve olağanüstü bir gelişme olarak kabul edecek duruma gelmişti. Hemen başvurulması gereken çareler konusundaki düşüncesi, bir şiddet durumu söz konusu olduğundan, bu çarelerin de şiddetli olması biçimindeydi; bundan kesinlikle şaşmıyordu; "doksan üç" sözcüğünün özetlediği o destansı, korkunç ekole bağlı kalmıştı.
Enjolras bir dirseği karabinasının namlusu üzerinde olmak üzere, taş merdivende ayakta durmaktaydı. Düşünüyor, içinden esintiler geçermiş gibi ürperiyordu. Ölümün bulunduğu yerler böyle etki yapar. Derin bir içe bakışla dopdolu olan gözlerinden boğulmuş ateşe benzer şeyler çıkıyordu. Birdenbire başını kaldırdı, yıldızlardan yapılmış zafer arabasına binmiş meleğin saçlarını andıran sarı saçları arkaya savruldu, ürkmüş bir aslanın parlak yelesine benzedi. Ve şöyle haykırdı:
- Yurttaşlar! Gözünüzün önüne geleceği getirebiliyor musunuz? Kentlerin ışığa boğulmuş sokakları, kapıların eşikleri üzerindeki yemyeşil dallar, kardeş uluslar, adil insanlar, çocuklara hayır duaları eden yaşlılar, bugünü seven geçmiş zaman, tam bir özgürlük içindeki düşünürler, tam bir eşitliğe kavuşmuş inançlılar. Tanrı dini uğruna, Tanrı ile kul arasında aracı yok, tek mihrap insan vicdanı, artık kin yok, işyerinde de okulda da kardeşlik; ceza da ödüllendirme de açıkça belli, her şeyde açıklık, herkese iş, herkese hak, herkese barış, huzur, kan dökmek yok, savaş yok, analar mutlu! Maddeye boyun eğdirmek bir başlangıçtır sadece, birinci adım budur, ikinci adım ideali gerçekleştirmektir. İlerlemenin şimdiye kadar gerçekleştirdiği şeyleri düşünün! Bir vakitler ilk insan ırkları, suları püskürterek yüzen deniz canavarını, ateş kusarak ilerleyen ejderhayı ve göklerde dehşet saçarak uçan kartal başlı kaplanı görürlerdi dehşet içinde. Bütün bu iğrenç yaratıklar hep insanın üstündeydiler, üstündüler insandan. Ama insanoğlu tuzaklarını birer birer kurdu ve avladı canavarları; zekanın tuzaklarıydı bunlar. Deniz canavarı boyun eğdi bize, buharlı gemi oldu; ejderha bugün lokomotif işte; kartal başlı kaplana da boyun eğdirmek üzereyiz, eğdirdik bile sayılır; balonu getirin gözlerinizin önüne! Prometheus'a layık bu yapıt tamamlanıp da insanoğlu eski üç canavarı iradesinin arabasına kesin olarak koşunca, suyun, ateşin ve havanın tartışmasız efendisi durumuna gelecektir; eski tanrılar onun için ne idiyse, insan da canlı yaratıkların kendi dışında kalanları için o olacaktır işte! Cesaret ve ilerleme! Nereye gidiyoruz, yurttaşlar? Hükümet haline gelen bilime, tek kamu gücü haline gelen eşyanın gücüne, yaptırımını ve yıldırıcılığını kendi içinde taşıyan doğa yasasına, gün doğuşu yerine geçen hakikat doğuşuna gidiyoruz. Halkların birliğine, insanın bütünlüğüne gidiyoruz. Hurafelerin ve asalakların olmadığı düzene gidiyoruz! Gerçeğin hakikat tarafından yönetilmesi; işte amaç! Uygarlık, ilkin Avrupa'nın doruğunda yapacak oturumlarını; sonra da kıtaların merkezinde kurulacak olan büyük bir akıl parlamentosunda. Daha önce de görüldü bu; eski Yunan halk meclisleri yılda iki kez toplanırlardı; tanrılar diyarı Delfoi'de ve kahramanlar diyarı Termopilai'de. On dokuzuncu yüzyılın doğum sancısını çektiği ilerleme, işte budur. Eski Yunan'ın başladığını tamamlamak şimdi Fransa'ya düşüyor. Sen Feuilly, yiğit emekçi, halk adamı, halkların adamı, dinle beni. Sana tapınsam yeridir! Gelecek çağları apaçık görüyorsun sen, evet, haklısın. Senin ne baban vardı, Feuilly, ne de anan. Ana olarak insanlığı seçtin kendine, baba olarak da hakkı. Ve burada öleceksin, yani burada ereceksin zafere. Yurttaşlar! Bugün bizim burada yapacağımız, bozguna da uğrasak zafere de ulaşsak, bir devrimdir. Nasıl yangınlar bütün kenti aydınlatırsa, devrimler de tüm insan soyunu aydınlatır. Ve size biraz önce hangi tarz bir devrim yapacağımızı da söyledim: Doğru'nun devrimini yapacağız! Siyasal açıdan bir tek ilke vardır; insanın kendi üzerindeki egemenliği. Bu egemenliğin adı da özgürlüktür. İşte bu egemenliklerden ikisinin ya da daha çoğunun bir araya gelip birleştiği yerde devlet başlar. Ama bu bir araya gelişte hiç kimsenin hiçbir hakkından vazgeçmesi söz konusu olamaz. Her egemenlik, kamu hakkını oluşturmak üzere, kendi varlığının bir parçasını kendi iradesiyle verir. Ve bu parçanın miktarı herkes için aynıdır, işte bu, her birimizin hepimize bir parçamızı verme özdeşliğimizin adı da "Eşitlik"tir. Kamu hukuku demek, tek tek bireylerin hakkının herkes tarafından korunması demektir, o kadar. Herkesi içeren bu korumanın adı da, "Kardeşlik"tir. Bütün bu egemenliklerin kavşak noktasıdır toplum. Bu kavşak noktası bir düğümdür; zira bir birleşme yeridir. Toplum bağı da buradan çıkar. Bazıları buna "toplum sözleşmesi" de der; bu tamamıyla aynı şeydir; zira sözleşme demek, bağlılaşma demektir. Eşitlik konusunda anlaşmamız gerekiyor; çünkü özgürlük doruksa, eşitlik temelidir. Yurttaşlar! Bütün bitkilerin aynı düzeyde olması anlamına gelmez eşitlik; büyük ot demetleriyle küçük boy ağaçlardan oluşan bir toplum anlamına gelmez. Eşitlik, birbirini boğazlayan kıskançlıklar komşuluğu değildir. Eşitlik, siyasal açıdan, bütün oyların aynı ağırlığı taşıması; dinsel açıdan, bütün vicdanların aynı hakka sahip olması; toplumsal açıdan da bütün yeteneklere aynı gelişme olanağının tanınması demektir. Eşitliğin bir organı vardır; parasız ve mecburi öğrenim. Okuma yazma öğrenme hakkı. İşe buradan başlamak gerekiyor. İlkokul herkes için zorunlu olacak, yüksek okul, isteyen herkese sunulacaktır. İşte yasa! Eşit toplum, özdeş okuldan çıkar. Öğrenim, evet! Işık! Her şey ışıktan gelir ve her şey ışığa döner! Yurttaşlar! 19. yüzyıl yücedir, ama 20. yüzyıl mutlu olacaktır. O zaman eski tarihe benzeyen hiçbir şey kalmayacak. Bugün olduğu gibi, artık korkulacak bir fütuhat, bir istila, zorla alma, uluslar arasında silahlı yarışma, kralların evlenmesi nedeniyle uygarlığa ara verme, babadan oğla geçen uranlıklarda doğumlar, kongrelerde bölünen uluslar, hanedanlıkların çökmesiyle meydana gelen parçalanmalar, bölünmeler, sonsuzluğun köprüsü üzerinde karşılaşan iki keçi gibi karşı karşıya gelen iki dinin savaşı kalmayacak. Artık kıtlıktan, sömürülmekten, yoksulluktan doğan fuhuştan, işsizlikten doğan sefaletten, darağacından, hançerden, savaştan, olaylar ormanında keyfî eşkıyalıklardan korkulmayacak. "Hiçbir olay olmayacak," bile denilebilir. İnsanlar mutlu olacak. Dünya yasalarını yerine getirdiği gibi, insanlık da yasalarını yerine getirecek; ruh ile yıldız arasında yeniden uyum kurulacak. Yıldız ışık çevresinde döndüğü gibi, ruh da gerçeğin çevresinde dönecek. Dostlar, içinde bulunduğumuz bu saat karanlık bir andır; ama bunlar geleceğin korkunç alışverişidirler. Bir devrim bir geçiş parçasıdır. Ah! İnsanlık kurtulacak, yükselecek, teselli bulacak! Biz bunu, bu barikatın üzerinden bildiriyoruz. Aşk çığlığını, özverinin en yüksek yerinde koparmayıp da nerede koparacağız ya? Ey kardeşlerim! İşte burası düşünenlerle acı çekenlerin birleşme yeridir; bu barikat ne taşla ne kirişle ne de demirle yapıldı; iki yığından yapıldı: bir yığın düşünce, bir yığın da acı. Sefalet burada idealle karşılaşır. Burada gündüz geceyi kucaklar; "Seninle birlikte öleceğim, sen de benimle birlikte yeniden doğacaksın," der. Bütün büyük üzüntülerin kucaklaşmasından inanç fışkırır. Acılar buraya can çekişmelerini getirirler, düşünceler de ölümsüzlüklerini. Bu can çekişmeyle ölümsüzlük karışacaklar ve bizim ölümümüzü meydana getirecekler. Kardeşler, burada her ölen, geleceğin parıltısı içinde ölür; bizler şafak dolu bir mezarın içine giriyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sefiller
ClassicsHugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği sürdükçe, böylesi kitaplar gereksiz sayılmayabilir." Yurdunun çıkarları adına siyasal kavgalardan hiç çekinmedi. Bu yüzden de tam yirmi yıl s...