SAVAŞ BAŞLIYOR

177 7 0
                                    


Tıpkı Marius gibi Cosette de kendi loş köşesinde her an parlamaya hazır bir haldeydi. İhtirasın fırtınalı elektrik yükleriyle dolu, bu yükle bitkin düşmüş bu iki varlığı; yıldırım taşıyan iki bulut gibi aşkı taşıyan ve bulutların bir şimşekle birleşip karışmaları gibi bir bakışla birleşip karışacak olan bu iki ruhu, kader o esrarlı, o hedefinden şaşmaz sabrıyla birbirine doğru ağır ağır yaklaştırmaktaydı.

Aşk romanlarında bakış o kadar kötüye kullanıldı ki, sonunda itibarını kaybetti. Şimdi iki insanın bakıştıkları için birbirlerini sevdiklerini söylemeye kimse pek cesaret edemiyor. Oysa insanlar birbirlerini böyle ve yalnızca böyle severler. Üst tarafı, sadece üst taraftır ve arkadan gelir. İki ruhun aralarında alıp verdikleri bu kıvılcımla birbirlerinde yaptıkları bu büyük sarsıntılar kadar gerçek bir şey yoktur.

Cosette'in farkında olmaksızın Marius'u heyecana veren o bakışla baktığı o an, Marius kendisinin de Cosette'i aynı şekilde heyecana boğan bir bakışla baktığını aklından bile geçirmedi.

O da ona aynı kötülüğü, aynı iyiliği yaptı.

Cosette uzun zamandan beri Marius'u görüyor ve kızlar nasıl başka yere bakarak görüp incelerlerse, o da delikanlıyı öylece başka yere bakarak inceliyordu. Marius, henüz Cosette'i çirkin, Cosette'se daha o zamandan Marius'u yakışıklı buluyordu. Fakat delikanlı ona hiç aldırış etmediğinden o da onu umursamıyordu.

Buna rağmen delikanlının güzel saçları, güzel gözleri, güzel dişleri, arkadaşlarıyla konuşurken duyduğu çekici bir sesi olduğunu, belki biraz kötü bir tavırla da olsa kendine has bir zarafetle yürüdüğünü, hiç de akılsız bir kimseye benzemediğini, bütün kişiliğinde asalet, yumuşaklık, sadelik ve vakar bulunduğunu ve nihayet, yoksul görünmekle beraber iyi bir ifade taşıdığını düşünmekten kendini alamıyordu.

Gözlerin karşılaşarak, bakışların kekeleyerek o ilk karanlık ve dile gelmez şeyleri nihayet birdenbire birbirlerine söyledikleri gün, Cosette önce bir şey anlamadı. Jean Valjean, âdeti olduğu üzere altı hafta kalmak için gelmiş olduğu Ouest Sokağı'ndaki eve düşünceli bir halde döndü. Ertesi gün uyandığında, bunca zamandır ilgisiz ve soğuk durduktan sonra şimdi onunla ilgilenirmiş gibi görünen bu meçhul genci düşündü ve bu ilgi ona hiç de hoş gelmedi. Daha çok, bu kibirli güzel gence karşı içinde biraz öfke vardı. Kalbinde bir savaş arzusu doğdu. En sonunda öcünü alacakmış gibi geldi ona ve bundan tamamen çocukça bir sevinç duydu.

Cosette, güzelliğini bildiğinden, belirsiz bir şekilde de olsa elinde bir silah bulunduğunu sezinliyordu. Çocuklar nasıl bıçaklarıyla oynarlarsa, kadınlar da öyle güzellikleriyle oynarlar ve kendi kendilerini yaralarlar.

Marius'un tereddütleri, çarpıntıları, korkuları hatırlanacaktır. Oturduğu yerde kalakalıyor, yaklaşamıyordu. Bu da Cosette'i acı acı öfkelendiriyordu. Bir gün Jean Valjean'a, "Babacığım, biraz da şu tarafa doğru gezinelim," dedi. Marius'un kendinden yana gelmediğini görünce, o Marius'tan yana gitti. Bu gibi hallerde her kadın Muhammed'e benzer. Hem sonra, gariptir, bir genç adamda hakiki aşkın ilk belirtisi çekingenlik, bir genç kızda ise cürettir. Şaşırtıcıdır ama aslında bundan tabii bir şey olamaz. Bunlar birbirlerine yaklaşmak isteyen iki ayrı cins olduklarından, birbirlerinin vasıflarını alırlar.

O gün Cosette'in bakışı Marius'u deli etti, Marius'un bakışıysa Cosette'i titretti. Marius güvenle ayrıldı oradan, Cosette'se endişeyle. O günden sonra birbirlerini taparcasına sevdiler.

Cosette'in ilk hissettiği şey derin, karmaşık bir hüzün oldu. Bir günden ertesi güne ruhu kapkara kesilmiş gibi geldi ona. Tanıyamıyordu ruhunu artık. Genç kızların, soğukluktan ve neşeden meydana gelen ruh beyazlığı kara benzer. Güneşi aşktır, bunu görünce eriyiverir.

SefillerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin