17. Ölmesin...

21 1 0
                                    

Ölümün rengi beyazı mı? Yoksa aşkın rengi griyi mi seçmeli?..

Burcu'dan...

Emre'nin beni arayıp -yüzsüz gibi- Sıla'nın hastaneye kaldırıldığını, kaza yapmasını duyduğum an Berk'le beraberdim. Hemen Berk'e söyledim. Oda telaşlanıp hemen arabayı hastaneye sürdü. Zaman geçmiyordu, yol bitmiyor sanki. Bu sırada Berk direksiyona vurup "koruyamadım ben onu. Kardeşimi koruyamadım." dedi. Berk'e dönüp "Berk Sıla'ya birşey olmayacak. Ne zannediyorsun sen. Nasıl konuşuyorsun. Koruyamadım falan. Ona bişey olmadı ki. Bundan sonra da olmayacak."

"Biliyorum olmadı birşey. Olamazda. Ama işte... Böyle olmamalıydı."

"Asıl benim suçum. Arabanın anahtarını vermemeliydim."

"Neyse. Kendini üzme. Ona bişey olmayak ki. Geldik zaten hadi in?"
İndik ve Sıla'nın hangi odada olduğu öğrendik. Tam bu sırada telefonuma mesaj geldi. Önemsemedim. Telefonu tamamen kapatacakken videonun başında yazan şeyi okudum. 'yalan söyleyen kıza inanan şerefsiz sevgiliye, sevdiğim kızın yalan söylemediğinin kanıtı. İyi seyireler...' Olduğum yerde dura kaldım. Tam videoyu açıp izleyecektim ki Berk elimden tuttu ve "hadi. Hadi gidelim." dedi. Elimize baktım. Oda baktığımı anlamış olacak ki "lütfen. Lütfen bana destek ver. Buna çok ihtiyacım var." dedi. Kafamı salladım ve destek verdiğimi anlaması için elini sıktım. Berk'le Sıla'nın odasının olduğu kata çıktık. Emre 'yoğum bakım' yazan kapının önünde diz üstü çökmüş, ellerini başına koymuş vaziyetteydi. Berk'e olayları anlatmadım sadece arabaya binip eve gitmek istediğini söylemiştim. Eğer herseyi söyleseydim sanırım şuan ikisini ayırmaya çalışıyor olacaktım. Berk Emre'nin yanına gitti, elini omzuna koyup "noldu? Nesi varmış? İyi mi? EMRE BİŞEY SÖYLE."

"BİLMİYORUM LAN HİÇ BİR BOK BİLMİYORUM. Söylemiyorlar. Daha yeni yoğun bakıma aldılar öylece gitti yanımdan."
Emre bana baktığında sinirle yanlarından geçip lavoboya girdim. Telefon açıp mesajlar kısmına girdim. Videoyu açmadan önce yazılan şeye tekrar baktım. Sevdiğim kız mı. O ne demek be? Hemen videoyu açıp izledim. Gerçekten de o andı. Oysa ki yanımızda, arkamızda kimse yoktu. Kanıt bulabilmek için bakınmıştım. Sinirle odadan çıktım ve Emre'nin yanına sinirle geldim. "Senin yüzünden şuan şu yoğun bakımın kapısında iyi haberi bekliyoruz. Ne diye inanmadın Sıla'ya. Nazlı'nın seni sevdiğini, sizin ayrılmanız için elinden gelen herşeyi yapacağını bilmiyor muydun? 'Sevdiğim kız' dediğin kıza inanmıyorsan al bak. Senin yüzünden ne hâlde olduğuna bak!" dedim ve telefonu eline ittim. Telefonu açıp izelemeye başladı. Video bitince de telefonu firlatıp kalktı gitti. Ona döndüm ve "senin o kızı sevdiğin falan yok. Vicdanın el vermedi. Yarım saat durdun burda dimi? Yalancı pislik. Eğer ona, eğer ona birşey olursa..." dediğimde sinirle ve bağırarak sözümü kesti. "Eğer ona birşey olursa beni öldüremezsin. Neden biliyor musun? ÇÜNKÜ İLK BEN KENDİMİ ÖLDÜRÜRÜM. BEN ONU KENDİMDEN DAHA ÇOK SEVİYORUM LAN." deyip doktorun odasına girdi.
Emre'den...

Doktorun odasına girdim. Doktorun boğazını tutup "eğer Sıla yaşamazsa ikimizi de öldürürüm. Anladın mı lan? Anladın mı? O kız yaşayacak."

"Bakın sakin olun beyefendi. Sıla hanımın durumu ilk geldiği andan daha iyi. Biraz daha yoğun bakımda durdurmak zorundayız. Ama durumu stabil merak etmeyin."

"Lan o zaman niye yoğun bakımda?"

"Bakın Sıla hanım kötü bir kaza geçirmiş. Solunumunu kendi yapana dek normal odaya alamayız. Alırsak durumu kötüye gittiği zaman, bizde oda zorlanırız."

"Tamam. Tamam sakin olucam." deyip odadan çıktım. Burcu ve Berk yan yana oturmuşlar. Berk ağlıyor, Burcu'da onun omzuna yatmış, oda ağlıyor. Onlardan biraz uzağa yere çöktüm. Ellerimi başıma koydum.
Nasıl inanmamıştım ben Sıla'ya. Hiç açık olmayan pantolonuna kızmıştım. Sonra arabayı vurup daha da sinirlenmiştim. En sonunda da... Ben naptım. Allah'ım nolur ona birşey olmasın nolur. İlk ve son aşık olduğum kadını benden alma. Lütfen? Gözümden yakan yaşla elimi kafama vurdum. Bana bu acıyı yaşatma nolur Allah'ım...

Üç saat sonra...

Yoğun bakım kapısında öylece oturuyorduk. Sıla'nın anne ve babası da gelmişti. Annemgil de yoldaydı. Kimse konuşmuyor, neler olduğunu sormuyordu. Sadece yoğun bakım kapısının üzerine bakıyorduk.
Doktor yanımıza gelip "durumu hakkında sizlere şunu söyleyebilirim. Hala aynı birazdan solunum cihazını çıkarıp nefes alıp almadığına bakacağız. Eğer alıyorsa normal odaya alacağız Sıla hanımı." deyip yoğun bakım odasına yürümeye başladı. Odanın kapısını şifre ile açtı ve içeri girdi. Ayağa kalkıp Sıla'yı görebileceğim cama doğru gitmeye başladım. Buraya geldiğimden beri cesaret edememiştim onu görmeye. Cama yaslanıp Sıla'yı izlemeye başladım. Doktor yüzünde yaralar vs. olan Sıla'nın gözüne ışık tuttu. Solunum cihazını çıkardı. Hemşirelere birşeyler söyleyip dışarı çıktı. Beni gördüğünde 'nesi var' bakışı attım. Oda anlamış olacak ki "şuanlık birşey diyemem. Heşireler durumunu söylerler." dedi. Tam gidecekken "onu görmek istiyorum." deyiverdim. Bana bakıp "ama Emre bey..." dediğinde lafını kestim ve "onu görebilir miyim demedim. Onu göreceğim dedim." dedim sert bir şekilde. "peki buyrun. Ama lütfen onun ve sizin sağlığınız için üç dakikadan fazla durmayın." deyip yoğun bakım kapısının şifresini girdi. Parmaklarını takip ettim ve şifrenin 1345 olduğunu gördüm. Sinsice güldüm ve kapının orada olan galoşu giydim. İçeriye girip Sıla'nın odasına girdim. Öyle masum ki. Allah'ım nolur bu kızı benden ayırma. Serum takılı olmayan elini tuttum. Gözlerim dolmaya başlıyordu. Ben hiç ağlamazdım. Hayatımda ne olursa olsun. Ama bugün ağlamadığım bir zaman dilimi yoktu. Göz yaşım elimize damlamıştı. Tam bu sırada nefes alma hızını gösteren alet yavaşladığını gördüm. Kalp grafiğinin çigiside düzleşmeye başlıyordu. Hemşire durumu anlayıp "hemen dışarı çıkın. Zorluk çıkarmayın lütfen." dedi. Kapıya doğru ilerleyip "doktor bey! Sıla Hanım fenalaştı. Gelir misiniz?" deyip bağırdı. Dışarı çıktım. Annemgide gelmişti. Salak gibiydim şun hiç birşey duymuyordum. Herkes durumunu soruyorlardı sanırım. Sanırım diyorum çünkü hiç kimseyi duymuyorum. Aralarından geçip dışarı çıkacaktım ki...
Burcu'dan...

Emre bize birşeyler söylemeden aramızdan çekip gidiyordu. Ama yürürken bir anda durdu. Durduğu yer de cam kenarıydı. Ellerini açtı ve bağırmaya başladı "ALLAH'IM ONU BENDEN ALMA. NOLUR YA RABBIM NOLUR." deyip yere çöktü. Yanına gittim, önüne çöktüm ve "nasıl pes edersin be sen. Benden, Berk'ten daha çok dik durman lazım. Kendine gel ve sana her anda ihtiyacı olan kıza destek ver. Konuşmasan bile, yanında olamasan bile, gözlerinin içine bakamasan bile. Sadece sev lan. Başka bişey yapma. Sadece SEV." kıpkırmızı gözleriyle bana bakıp arkasına döndü. Tekrar bana bakıp "o benim bok hayatımın tek çıkmaz noktası. Tek gülümseme sebebim. Ama ben hayatım gibi bok bir herif olduğum için onu bu hale soktum!"
Tam ağzımı açıp konuşacakken doktorun geldiğini gördüm. "kalk hadi doktor geldi." deyip kalktım ve doktorun yanına gittik. Doktor "Sıla hanım... Sıla Hanımın durumu iyi. Solunumunu da kendi yapıyor. Normal odaya alacağız." bu haberi duymamla Berk'e sarılmam bir oldu. İkimizde ağlarken gülüyorduk. Herkese sarıldım. Emre bizim biraz uzağımızda durup ellerini açtı. "Allah'ım sana şükürler olsun. Beni onsuz bırakmadığın için sana binlerce şükürler olsun." dedi. Yanına gelip gülümsedim ve "bir düşün bakalım. Eğer bu olay olmasaydı sen onu gerçekten sevdiğini anlayacak mıydın? Hayır. Seni tanıyorum. Hergün biriyleydin. Şimdi Sıla'ya aşıksın oğlum. O olmasa bitersin sen. Sana sinirliyim ona inanmadığın için ama... Birbiriniz olmadan yapamazsınız." dedim. " Sağol" deyip dostça sarıldı.
Şimdi ne kadar gülümsesemde Sıla'ya birşey olsa tek dostumu kaybederdim. Sıla iyiydi. Normal odaya alma hazırlıkları yapıyorlardı. Korktuğum bir konu vardı: o mesajı kim attı bana? Sevdiğim kız derken ne demek istiyordu ki?..

Bizim Hikayemiz Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin