Steve, mahkemenin önerdiği aile ile görüşmüş ve evlerini görmüştü. Havuzlu, iki katlı, verandalı güzel bir evdi. Çiftin çocukları olmuyordu, ama bir çocuğun ihtiyaç duyduğu her şeye sahiplerdi. Piyanoları da vardı, Mary'i mutlu edecek her şey vardı. Ama küçük kız mutsuzdu elbette, iki gündür yüzü gülmüyordu, her fırsatta ağlıyordu.
Steve ise kızını mutlu etmek için varını yoğunu ortaya döküyordu, onu defalarca tekne turuna çıkarmıştı, birlikte lego oynamışlar ve bulmaca çözmüşlerdi. Steve onu omuzlarına çıkarıp denize götürmüştü, sahilde kumdan kaleler yapmışlardı. Dışarıdan mutlu bir tablo çizdiklerine şüphe yoktu, ama içleri kan ağlıyordu.Steve pazartesi olduğunda, Mary'i Natasha ile koruyucu aileye götürmüştü. Mary, Natasha ile arabanın arka koltuğundaydı fakat küçük kız, kızıl kadının kucağına oturuyor, onun göğsüne yatıyor ve sessizce gözyaşı döküyordu. Natasha ise kendini tutabildiği kadar tutuyordu. Gözleri dolmuş bir vaziyette, Mary'nin saçlarını okşuyor, hafifçe sallanarak ona Rusça bir ninni mırıldanıyordu.
Steve arabayı evin bahçesine park ettiğinde Mary başını kaldırıp eve baktı. Gözyaşları ise yanaklarından akmaya devam ediyordu.
Burnunu çekip, "Ben şimdi sensiz bu evde mi yaşayacağım?" diye sordu.
Steve başını salladı. "Bunu bir tatil gibi düşün Mary, ya da yatılı misafirliğe gidiyormuşsun gibi."
"Sensiz bir tatil istemiyorum," diye fısıldadı Mary. "Ne olur baba, geri gidelim."
Natasha bir yandan dişlerini sıkıyor, bir yandan kızın sırtını sıvazlıyordu.
"Olmaz Mary, bunu kaç kez konuştuk. Seni sonsuza dek burada bırakmıyorum. Lütfen, lütfen bunu anla."Natasha, "Hadi arabadan inelim tatlım." diyerek kızın elini tuttu ve onu arabadan indirdi. "Bak kocaman bir havuz," diyerek az öteyi işaret etti. "Sen havuzlara bayılırsın."
"Hiçbirini istemiyorum."
Steve de arabadan Mary'nin valizi ve Fred'in içinde bulunduğu kafes ile indi.
"Hadi içeri girelim, evi gezmek ister misin?" diye sordu yalandan bir neşeyle.Mary, mecburen verandaya ilerleyen babasının peşinden gitti. Steve zile dokunduğu anda kapı açıldı ve mutlu bir surat ifadesiyle ona bakan çifte hafifçe bir tebessüm etti.
"Hoşgeldiniz." dedi kadın, "Biz de sizi bekliyorduk." Sonra Mary'e döndü. "Merhaba tatlım, ben Liz, bu da eşim Paul."
Mary ıslak gözleriyle genç kadına ve adama baktı. Adam da gülümseyerek, "Seni bir süre misafir edeceğiz canım." dedi.
İçeri buyur edildiklerinde, Steve, elindeki valizi kapının yanına bıraktı ve Fred'i de oraya koydu.
"Odanı görmek ister misin?" diye sordu Liz, gülümseyerek.
Natasha'nın elini sıkıca tutan Mary olumsuz anlamda başını salladı. Natasha ise, "Hadi tatlım, odana bir göz atalım." diyerek Mary'i cesaretlendirdi ve hep birlikte üst kata çıktılar.
Pembe duvar kağıdından inen yıldızlı altın rengi şerit dikkat çekiciydi, kapının hemen yanında duran çalışma masası da pembenin en tatlı tonundaydı. Beyaz yatak ve aynı şekilde beyaz gardırop ile oda küçük bir kızın hayalini süsleyebilecek cinstendi. Kitaplıkta duran peluş ayılar, plastik bebekler ve çeşit çeşit masal kitapları adeta cennetten bir köşe gibiydi. Ama Mary'nin gözleri bu güzellikleri görebilecek durumda değildi, gözlerinin içi kan çanağına dönmüştü, ağlamaktan göz kapakları şişmişti. Bakışları çoğunlukla babasındaydı, onun birazdan gideceğini biliyordu ve bu küçük kalbini fazlasıyla kırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Two Becomes Four (Stony-Au)
FanfictionSteve Rogers, kızı Mary'nin velayetini annesi Evelyn'e kaptırmamak için uğraşırken, Florida'nın en iyi avukatı ile tanışır; Tony Stark'la. "Gifted" filmi baz alınmıştır!