"vanilyalı milkshake"
Okuldan Bir Gün Önce
Hangi kafayla o sert kahveyi aç karnıma indirmiştim bilmiyordum. Midem dört saattir taşlı bir yolda uçurum kenarından giden bir arabadaymışım gibi bulanıyordu. Terliğimin ucuna değen üçgen taşa okkalı bir tekme savurarak üç kez sekmesine sebep oldum. Tek isteğim beynimin bu bulantıyı düşünmemesiydi fakat nafileydi. O an sinsi abimin sırf odasını süpürmedim diye kahveme müshil katmış olabileceğinden şüphelendim. Fakat müshil mide bulantısı yapar mıydı ki?
Kahverengi önden üç düğmesi olan klasik bir kumaş elbiseyle saçlarım öylesine omuzlarıma düşmüş, gözlerim iki yana kaymış, ayak parmaklarımsa terliklerimden fırlamış halde şapşala benziyordum. Yanımdan geçerken kınayan gözlerle beni süzen birkaç yaşlı teyze de nedense bu duruma hiç pozitiflik katmıyordu. Zaten onları takacak dermanım olmadığından en sonunda köşedeki kaldırıma oturdum ve betondan popoma değen sıcaklığı acı içinde sindirmek durumunda kaldım. Çünkü uzun bir süre kalkmayı düşünmüyordum.
"Yanabiliriz ama yine de başaracağız Kiran-ah, fighting!" Kendi kendime konuşup sırtımı sıvazladıktan sonra dışarı çıkma sebebim, yani market alışverişi için güç toplamaya çalıştım. Yarın okulum başlıyordu ve evdeki dolap abimin kara delik barındıran midesi nedeniyle boştu. Market alışverişlerini genelde birlikte yapsak da, bugün kendisi bazı meşguliyetlerinden ötürü bana katılamayacaktı. Sorun etmiyordum çünkü abimin bu tarz iş yıkmalarına çok alışmıştım.
Birkaç dakika daha burada öylece oturup içimdeki kahve telvesini kusmamak için direndim. Tepemdeki bebek mavisi rengindeki gökyüzünde sadistçe beni yakan güneş git gide beni yapış yapış erimiş bir dondurmaya çevirirken derin nefesler aldım. Hava neden bu kadar sıcaktı?
O an kenardaki yolu kullanmak yerine ayaklarımın üzerinden atlamayı seçen küçük alaca bir kedi gördüm. Hayvanları ve onların koşulsuz sadakatlerini seviyordum. Abim, anne ve babamızın ölümünden sonra bana destek olması için Sosisi, yani beyaz renkte terrier cinsi köpeği almıştı. Abime çoğu zaman tavırlarından ötürü nefret duysam da, bu tarz incelikleri de gösterebildiğini biliyordum ve bundan dolayı ondan asla tamamıyla nefret edemiyordum.
Mırıldayarak boş caddede yolun ortasına doğru yürüyen kediyi ilgiyle izlerken saniyeler içinde güçlü bir egzoz sesi duydum. Caddenin üst yolu eğimli olduğundan gelen arabalar uzaktan belli olmuyordu fakat duyduğum sesin bir motora ait olduğuna adım gibi emindim. Zaten çok geçmeden son hız kediciğin üzerine gelen o motoru gördüm.
Mide bulantım uçsuz bucaksız sularda kaybolup giderken, yerimden şimşek gibi fırladım ve en az otuz metre uzağımda, yolun ortasında duran kediye doğru koştum. Motor hızla yaklaşırken, beni sesten ayırt edemeyen kedi öylece gelen motora kilitlendi ve sanki biraz sonra ezileceği gerçeğini kabul etti. Fakat ben kararlıydım, gözlerimin önünde öylece ölmesine izin vermeyecektim.
Nasıl öylesine atladım ortaya inanın ben de bilmiyorum fakat gözlerimin üzerine inen cesaret perdesi beni inanılmaz bir şeye çevirmişti. Kediyi kaptığım gibi karşıya zıplamaya yeltendim ama dibime kadar yaklaşan motor acı içinde fren kısıp hemen yanıma devrildiğinde ne yazık ki buna gerek kalmadığını fark ettim. Ellerimin arasında çırpınarak beni tırmalayan teşekkürsüz kediyi hızla yere bıraktım ve sokak arasına dalmasına izin verdim.
Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atarken, az önce ani frenden dolayı yere kapaklanan sürücünün yanına eğildim ve soğuk kanlılığımı korumaya çalışarak omzuna dokundum.
"Hey, iyi misiniz?"
Kafasındaki kasktan yalnızca gözlerini gördüğüm sürücü bir erkekti.
"İyiyim." dedi nefes nefese. "Asıl siz iyi misiniz?"
O an öylesine şaşırmıştım ki, dilim tutulmuş ne diyeceğimi bilememiştim. Bu insan evladının kafası gerçekten sağlam mıydı? Nasıl olurdu da düşen kendisiyken beni merak edebilirdi? Neden beni merak ettiğini gerçekten sormak istedim fakat o an nedense nezaket damarım tutmuştu.
"Ben çok iyiyim, durun kalkmanıza yardım edeyim."
Düşen sürücü elini beton zemine koyup kalkarken kolundan tuttum ve herhangi bir araba gelmeden önce kenara çekilmesine yardım ettim. Motor ayağını sıkıştırdığından o ağır şeyi kaldırırken bir hayli zorlanmıştım ama kazaya kurban giden şahıs muhtemelen güçlü biriydi ve bana yardım etti. Motoru da kendiyle sürüklerken, onu güç bela az önce öylece boş beleş oturduğum kaldırıma götürdüm ve kaskını çıkarırken dikkatle onu izledim. Kazaya ben mi sebep olmuştum bilmiyordum. Tek amacım o kediciği kurtarmaktı fakat yaptığım hamle yüzünden şimdi resmen başka bir yaralı vardı.
Kaskını çıkarır çıkarmaz, alnına düşen bir parça saçı sıyıran genç adam siyah gözlerini benimkilerle buluşturdu. O an içinde bulunduğumuz durumun absürtlüğünü unutursak, gerçekten ziyadesiyle yakışıklı bir çocuktu. Tam tipim diyebileceğim, hatta dizlerimin üzerine çöküp evlenme teklif edebileceğim kadar yakışıklı... Ama konumuz şimdilik bu değildi, her neyse.
"Gerçekten iyi olduğunuza emin misiniz?" diye sorduğumda, kazanın sıcaklığıyla hissedemeyeceği kırık çıkıkları olduğunu düşünüyordum. Fakat genç çocuk kafasını hızla sağa sola sallayıp sanki az önce betonu öpen o değilmiş gibi gülümsedi. Tanrım, resmen tablo gibiydi.
"İyiyim ben, gerçekten." dedi melodik sesiyle. "Bu ilk düşüşüm değil, ayrıca öyle çok sert de düşmedim."
Şaşkınlıktan bayılacaktım. Neden bu kadar kibar ve anlayış doluydu anlamıyordum. Yani dünya üzerinde hala daha böyle insanlar var mıydı? Elimle olay mahalini gösterirken, "Beyefendi az önce uçtunuz!" dedim. Dudaklarına yayılan tebessüm füze gibi yıktı geçti. Bunu gözardı etmeye çalışarak, "Nasıl tamamen iyi olabilirsiniz?" diye sordum.
Abartmıyordum, gerçekten uçmuştu ve şu an bu kadar rahat olması akıl alır gibi değildi. Kendimi tutamadan yanına yaklaşıp kırık çıkığı var mı diye kolunu, ardından bacağını tutmaya başladığımda durun lütfen tarzı şeyler dediğini duydum ama kafasının kenarındaki ufak çiziği ve tişörtün açık bıraktığı kolundan açılan yarayı bulana kadar durmadım.
"Hah." diyerek ondan uzaklaşırken dikkatle beni incelediğinin farkındaydım. "Bir de bir şeyim yok dediniz, iki tane yaranız var işte."
"Ne yani?" diye sordu kolunu hafifçe döndürüp yarasına ufak bir bakış atarken, "Bunun için 119'u mu arayacaksınız?"
"Başka bir sorun da olabilir, hastaneye gitmelisiniz."
İtiraz edercesine kafasını sallayıp kalkmaya yeltendiğinde ellerimi iki yana açıp onu durdurdum. Ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama onu böylece bırakamazdım. Suç benimdi. "Bakın borcum ne kadarsa ödeyeceğim. Önünüze atlayıp kaza yapmanıza sebep oldum."
Önce gözleri beni iyice taradı, bir şey düşündüğü apaçıktı. Sonrasında dudaklarına yerleşen hınzır bir gülümsemeyle, "O halde bana şu büfeden vanilyalı milkshake alın ve üzerine de numaranızı yazın ödeşelim." dedi.
Algılarım kapanmış, içimdeki acemi sürücü dörtlüleri yakmadan ters şeride geçmiş son gaz uçuruma sürüyordu. "Ne?"
Siyah saçları hafifçe esen rüzgarda kıpırdaşan, gözleri ışıktan hafif kısılmış, beyaz teni ve bana uzanan kemikli elleriyle dünyama işte böyle girmişti.
"Ben Jungkook." dedi tavşanı andıran dişlerini gösteren bir gülümsemeyle.
İlk yalancıyla işte böyle tanışmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
seven liars | bts
FanfictionTebrikler, artık yedi yalancının ekip biçtiği ve kilit vurduklarını sandığı o tarlanın davetsiz misafiri sizsiniz. Tırnaklarına çamur dolmuş bu oyunbazların karanlık dünyasına hoş geldiniz. ©jisakura | Haziran 2018