"benim zavallı hayatım"
Küçüklüğümden beri tüm evrenin benim için kurgulandığını düşünürdüm. Sanki etrafımdaki tüm insanlar beni sınamak veya memnun etmek için yaratılmıştı. Fakat bunu asla egoistlik seviyesine çıkarıp o insanları kendimden aşağı görmedim. Sadece, bilirsiniz işte sanki hepsi benim baş rolünde olduğum bir filmin oyuncularıydılar. Bu nedenle gözlerimi kör eden spot ışıklarından hiç kurtulamadım. En ufak hatamda dahi herkesin bana baktığını, en ufak başarımda herkesin beni kutlamak için sırada bekleyeceğini sandım.
Annem ve babam bir Şubat gecesi tek şeritli yolda eve dönerken, uyuyakalan bir tır şoförü yüzünden bizi bu dünyada sonsuza kadar tek bıraktığında, asıl filmin başladığının farkında dahi değildim. Benden iki yaş büyük abimle öylece kalakalmıştık. Bundan yalnızca üç yıl önce gerçekleşse de, hala daha atlatamadığım bir olaydı. Hayatı sırtlamak hiç de göründüğü kadar kolay bir iş değildi. Maddi sıkıntıların yanı sıra manevi olarak koca bir boşlukla uğraştık. Şükürler olsun ki bu sancılı süreçte abim iflahımı daha çok kurutmayı başarmıştı. Kolay yoldan parlayan ve çözüm üretmek konusunda benden çok daha zayıf olan tembel biriydi. Sürekli atışırdık ve yemin ederim büyükannem ve büyükbabam yakınımızda kalıyor olsaydı bir dakika daha düşünmeden bu evden çekip giderdim.
Yine de... Ona deli gibi ihtiyacım vardı. Taşındığımız yeni semtteki bu iki odalı evimizde, ona katlanırken varlığını hissetmek zorundaydım. Beni zıvanadan çıkarsa da, o borazan yutmuş sesini duymak zorundaydım. Gökyüzünü parçalayan yıldırımlardan korktuğum gecelerde yanına gidip sabun kokusunu koklayarak ona sarılmak zorundaydım.
Abim üniversitesini burada okuyacaktı, bense son yılımda yeniden bir liseye alışmak zorunda kalacaktım. Aslında bu bir bakıma beni mutlu ediyordu. Eski okulumdaki işi gücü erkek tavlamak ve bunun dedikodusunu yapmak olan kızlardan uzaklaştığım için seviniyordum. Fakat bir yandan da üniversite sınavına bir yıl kala yeniden bir adaptasyon sürecine girmek istemiyordum.
Ardından o okula gittim. Karakter olarak dışa dönük ve atılgan bir insan olduğumdan başkalarıyla tanışmak beni pek zorlamadı. Hatta her şey o kadar güzel ilerliyordu ki, bir an hayatımın mükemmel bir gençlik filmine dönüştüğünü hissettim. Gerçekten sahip olduğumu düşündüğüm arkadaşlıklar kurdum ve zamanımı onlar için harcadım. Aşık olduğumu sandım.
Fazla uzun sürmedi. Her şey yerle bir olmadan önce, ben kendi ipimi kestim.
Eğer en başından neler yaşayacağımı, bu filmde nelerle karşılaşacağımı bir senaryo kağıdı gibi elime verselerdi her şey daha güzel olurdu. Fazla hayal kurmaz, üzerime dikildiğini sandığım o aptal spot ışıklarını bir bir patlatırdım. Güven denilen o içi boş zımbırtıya karşı kendimi böyle doldurmaz, bana gülümseyen herkesi arkadaş olarak kabullenmezdim.
Yalanlar... Yalanlarla donatılacağımı bilseydim şayet, asla o temeli olmayan evi inşaa etmezdim. Asla o yedi yalancının kazdığı kuyuda boğulan bir şahit olmazdım.
Ama yine de, tüm bu yaşananlara rağmen o'nun rüyalarımdan gitmemesini dilerdim. Yansak da, çamura batsak da elini tutup sonsuza dek direnirdim. Çünkü biliyordum ki, ömrümün gördüğü en güzel şey onun gülüşüydü. Kıymetini çoğu kez anlayamadığım o eşsiz gülüşü.
Ben Jae Ki Ran, yedi yalancının üzerine toprak attıklarını sandıkları o gizli defteri bulup çıkardım ve hayatımı zindana çevirdim. Peki ya susmalı mıydım, yoksa avazım çıktığı kadar bağırmalı mıydım?
Lütfen yardım edin, ben resmen dibe battım!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
seven liars | bts
FanfictionTebrikler, artık yedi yalancının ekip biçtiği ve kilit vurduklarını sandığı o tarlanın davetsiz misafiri sizsiniz. Tırnaklarına çamur dolmuş bu oyunbazların karanlık dünyasına hoş geldiniz. ©jisakura | Haziran 2018