Adımlarını artık adı gibi ezberlediği sokağa çevirdi. Kapüşonu rüzgara karşı zar zor dirense de hâlâ kafasında durmaya devam ediyordu. Başına geçirdiği siyah şapkası tamamen yüzünü kapatıyordu. Siyah ceketinin altına giydiği siyah kazağı bedenini iyice sararken, boğaz kısmını sanki üşüyormuşcasına çenesine getirdi. Sadece kendini gizlemek; kimseyle göz göze gelmemek ve insanlarla hiçbir şekilde bağlantı kurmamak istiyordu.
İstediği de oluyordu. Kimse korkusuna ona yaklaşamıyor, herkes onun korkunç ve tehlikeli biri olduğunu düşünüyordu. Öyle düşünmeleri genç adamı hiç rahatsız etmiyordu, aksine bunu amaçlar gibi içi rahatlıyordu.
Adımları büyük, uzun bir binaya geldiğinde durdu. Hiç tereddüt etmeden sığınabildiği tek yere; kütüphanenin mavi, eskimiş kapısına giriş yaptı.
Kimse onun yüzünü bir kez dahi görmemiş olsa da, varlığı herkes tarafından farkediliyordu. Belki 'tehlikeli bir adam' belki de 'korkunç bir adam' olarak görünüyordu onların gözünde. Fakat o hiç de göründüğü gibi değildi. Onu gizemli kılan bedeni, içinde kırık bir kalp taşıyordu. Kimseye zarar veremeyecek kadar, kimseyi acı içinde bırakmayacak kadar kırıktı kalbi. Soğuk kişiliği, bir nevi zırhtı insanlara karşı kullandığı. Çünkü artık daha fazla kırılmaya dayanabilecek gücü kalmamıştı.
İnsanlarla arasında tek bir kelime dahi kurmadan yerini ayarlamıştı kütüphane odasında. Belki de burasıyla ilgili sevdiği şeylerden biri de buydu, hiç sorgulanmadan burada oturabiliyordu.
Yerine doğru yürümeye başladı. Buradaki insanların hiçbiri onu tanımasa bile, o buradaki herkesi tanıyordu. Hemen hemen aynı kişiler geliyordu buraya. Ya bir yılın vermiş olduğu tecrübe ya da küçük bir kasabada oturuyor oluşunun etkisiydi bu ama herkesin yüzünü ve adını aklında tutmuştu.
Ellerini cebine sokup telefonunu ve kulaklığını çıkarıp yerine oturdu. Elindeki telefondan müzik listesini çalıştırdı ve gözlerini manzaraya doğru çevirdi. Burayı çok seviyordu.
Onun için huzur dolu dakikalar başlamıştı bile. Camdan baktığı manzara ona özgürlüğü anımsatıyordu.
Özgür olmayı.
İçinde kendi kendine kurduğu boğucu ve karanlık hapishaneden kurtarıyordu bu manzara onu. Sadece baktığı zaman bile içini huzur kaplıyordu.
Yaklaşık bir senedir aynı yerde, aynı manzaraya bakıp farklı şarkılar eşliğinde geçiriyordu zamanını. Belli saatlerde geliyor, belli saatlerde gidiyordu. Bir başkası istese de yapamazdı bunu belki; yorulurdu, pes ederdi. Ama o, asla yorulmuyordu bundan.
Kim Seokjin, kendi benliğinden utanıyordu. Nefesini her aldığında artık bunu yapmak istemiyordu. Yorulmuştu. Hem yaşamaktan, hem de içinde kurduğu bu karanlıktan yorulmuştu. Ama tutunacak tek bir dalı dahi yoktu. Ölene kadar zamanını kendine zehir edecek, kendini mutlu etmekten kaçınarak yaşayacaktı. Derin bir nefes alıp, etrafına baktı. Hayatını güzelce yaşayan insanları gördüğü zaman geçiriyordu içinden, bu hayatın asla adil olmadığını.
***
"Taehyung!" dedi saçlarının kenarlarına ak düşmüş yaşlı kadın. Sesi endişeli çıkıyordu.
Taehyung yavaşca gözlerini açtı. Perdelerin arasından inatla süzülen güneşe baktı gözlerini korumak istercesine siper ettiği parmaklarının arasından. Gülümsedi. Gün aymıştı. Yaşamayı seviyor ve her ne olursa olsun pes etmek istemiyordu. Yaşadığı tüm zorluklara rağmen, nefes bile almaya zorlanırken içinden sadece dayanabilirim diye geçiriyordu.
Dayanabilirim.
Annesinin sert sesiyle daldığı düşüncelerden kurtardı kendini. Hafifçe doğruldu yatağından ve tek eliyle gözlerini ovaladı.
"Taehyung! Erken kalk demedim mi ben sana? Bugün misafirlerimiz gelecek." diyerek odasının kapısını açtı kadın.
Taehyung annesinin heyecanlı hallerine güldü. Hayatının odak noktası yaptığı kadını izlemeye koyuldu.
İşte, diye geçirdi içinden. Yaşama tutunmak için en önemli sebebim.
***
Sanki zihninde bir alarm çalmış gibi tam saatinde ayağa kalktı Seokjin. Kulağından çıkarmadı kulaklığını bu sefer, sesi son sese ayarladı ve çıkışa doğru yöneldi.
Bir müddet yürüdü. Bugün farklı bir şeyler vardı Seokjin'de. Diğer günlere nazaran daha dalgın ve bıkmıştı. Direkt evine yön almadı mesela, adımlarını sahile doğru atmaya başladı. Bu ona göre şaşırtıcıydı. Çünkü ev ve kütüphane dışında hiçbir yere gitmezdi Seokjin.
Kulağında son ses açılmış bir şarkı eşliğinde yavaş adımlarını sahile yönlendirdi. Aslında kulağındaki şarkıyı da duymuyordu düşüncelerinden. Bugün çok ayrı bir güne uyandığını düşünüyordu. Her şeyin sona ereceği bir güne.
Hiç yapmadığı şeyi yapıp babannesini bile öpmüştü yanaklarından. Bugün öleceğini hissediyordu. Bunun dün gece gördüğü rüyayla ilgisi vardı. İlk defa bu kadar gerçekçi bir rüya görmüştü ve bu derece derin hissetmişti.
Duyguları ölmüş biri için bile, çok derin bir histi bu.
Hiç duraksamadan arabaların vızır vızır geçtiği caddede yürüdü. Korna seslerini bastıran şarkıya kaptırdı kendini. Gördüğü rüyanın anlamını hala anlayamasa bile ölüme yormuştu kendince. Öyle olmasını umuyordu tüm kalbiyle.
Gördüğü rüya belirdi birden zihninde; her yer kapkaranlıktı. Kaybolmuşcasına geziyordu ortalıkta, nereye koşarsa koşsun çıkış yolu bulamıyordu. Sonsuzluğa hapsolmuş gibiydi. Boğuyordu bu onu. Düşününce bile boğuluyordu. Küçük bir nokta belirdi kapkaranlık sonsuzlukta. Bu nokta bembeyaz bir ışıktı gözlerini kamaştıran. Bu ona ölümü hatırlattı.
Ama yanılıyordu, bu tam aksine umudun ona gelişini gösteriyordu.
Adımlarını hızlandırdı ve sahilin tam ucuna getirdi. Etrafına şöyle bir bakındı. Kimse yoktu. Hava soğuktu ve kara bulutlar sarmıştı gökyüzünü. Bir müddet bekledi. Korkuyordu. Ölüme sadece bir adım kalmıştı ama atacak cesareti henüz yoktu.
"Ah, bir işaret gelse şimdi." diye geçirdi içinden.
İki dakika geçmeden gök acıdan inlercesine ses çıkardı ve yağmur damlaları yeryüzüyle buluşmaya başladı.
Gülümsedi genç adam. Beklediği işaret sanki buymuş gibi gülümsedi. Şimdi kendinde cesareti bulmuştu. Tek ayağını boşluğa aldı. Onu tutan tek şey diğer ayağıydı şimdi.
İçindeki korku kendini iyice cesarete dönüştürdüğünde, yüksek bir sesle bağırdı.
"Sikeyim, sonunda gidiyorum."
Gözlerini kapattı ve kendini buz gibi suya attı Seokjin. Canı acımıştı ve hala acımaya devam ediyordu. Yüksekten atlamış olması suyun yumuşaklığını hiç etmiş, beton hissi bırakmıştı bedeninde. Suyun buz gibi olması acısını daha çok artırmıştı. Hafifçe irkildi kendini bıraktığı suda. Fakat artık hareket edemeyecek kadar kaskatı kesilmişti bedeni. Artık hareket edemezdi.
Gözlerini sımsıkı kapattı, açılmasını önlemek istiyordu. Sanki açarsa gözlerini, yeniden yaşama tutunmak için nefes alacaktı. Fakat o nefesi bir daha almak istemiyordu Seokjin. Pes etmek istemiyordu, bir kez dahi olsa hayatında bir şeyi başarmak istiyordu. Bu ölmek bile olsa, en azından bunu gerçekleştirebilmek istiyordu.
Artık nefes alamayacak raddeye gelmişti, dudakları zorla da olsa yukarı doğru kıvrılmış bir zafer kazanmış gibi tebessüm oluşturmuştu yüzünde.
İçinden geçirdi, en azından bunu başarabildim.
Belinde hissettiği ağırlık, gözlerini açması için diretiyordu Seokjin'i, ama açamıyordu, nefes dahi alamıyordu. Anlamak istiyordu ne olduğunu, ama ruhu daha fazla dayanamadı bu acıya ve kendini tamamen bıraktı belindeki o ağırlığa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moondust | taejin
Fanfiction[Tamamlandı] Gözyaşlarını kuruttuğu mektubu bıraktı ardında. İçine sığmayan sevgisini dökmek istedi satırlara. Yetmedi, yazmak istedi sayfalarca. Ne kağıt yeterdi sevgisini anlatmaya, ne de ömrü. Ona olan sevgisini ay tozlarına gömdü.