Gördüğü rüyanın etkisiyle kalktığı yatağından odanın küçük koltuğuna oturdu. Alnı hala terli, gözleri ise hala dolu doluydu. Nefes alışverişleri hızlı olmasına rağmen, aldığı nefesten hiçbir şey anlamıyordu. Gördüğü rüyanın etkisinin geçmesini bekleyene kadar dirseğini dizine yaslayıp elleriyle çenesine destek vererek sevdiğinin huzurlu uykusunu izlemeye koyuldu.
Odanın içindeki sessizliği duvardaki saatten çıkan sesler bozuyordu. Dakikalar ilerledikçe, yelkovan koşarcasına hareket ettikçe, rüyanın kalbinde bıraktığı acı kendini daha çok büyütüyordu. Ellerini sıkıntıyla saçlarından geçirdi.
"Bunun olması imkansız." diye fısıldadı. Ama kalbindeki acı, zihnindeki karanlık tamamen gördüğü rüyanın gerçekliğine kaptırmıştı kendini.
Bu rüyanın bir benzerini, kendini derin sulara bırakmadan önce görmüştü. Aynen o zaman, karanlıkta süzülen ışığı kendince ölüme yorumlamıştı fakat gerçek anlamını Taehyung'u tanıdıktan sonra anlamıştı. Tanrı ona tam bir sene önce bir hediye yollamış, bunu ise rüyasında göstermişti.
Şimdi ise... Şimdi ise gördüğü rüya apaçık, ölümü gösteriyordu. Süzülen o ışık, bulunduğu karanlığı aydınlatmıştı aydınlatmasına ama, Seokjin istemsizce bir başka kapı açmış, yine o karanlığa adım atmıştı.
Bunu istemiyordu, bu rüya ölümü açık açık belli etse de, Seokjin küçük bir umut bulup, oradan yürümek istiyordu. Elleriyle saçlarını sıktı. Delirecek gibi hissediyordu, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Kalbindeki küçük umut, bunun sadece bir rüya olduğunu söylese de zihni bunun tamamen gerçek olacağını söylüyordu.
"Ama bu... İmkansız olmalı. Bu... En azından şimdi, şimdi olmamalı." diye fısıldadı.
Bakışlarını yeniden yataktaki sevgilisine getirdi, o anda kalbinde hissettiği acı kendini tüm bedene yaymıştı. Her bir hücresi, her bir noktası acı içinde kavruluyordu. Gözlerinden düşen yaş ve dudaklarından dökülen hıçkırığı elleriyle gizlemeye çalıştı. Sevgilisi uyansaydı, ona neden ağladığını nasıl anlatacaktı?
Bir süre çaresizce ağladı oturduğu koltukta, odada saatin sesi her yankılandığında beynine bir iğne batırılıyordu sanki. Hem zamanın hızla geçtiğini düşünüyor, ne zaman öleceğini bilmese bile ölüme yaklaştığını düşünüp, Taehyung'a özlem duyuyordu, hem de zamanın bir hayli yavaş geçtiğini düşünüp, ölüme yürüdüğü bu yavaş anların kalbinde hissettirdiği acıya dayanamıyordu. Çaresizlik tüm bedenini sarmıştı ve nasıl hareket edeceğini bilmiyordu.
Gözlerinden yanaklarına süzülen yaşı, elinin tersiyle sildi. Aklına gelen fikir, ne kadar mantıklıydı bilmiyordu ama bunu yapması gerektiğini düşündü. Adımlarını sessizce odadaki küçük komodine doğru attı. Çekmeceyi yavaşça açtı ve içinden kalem kağıt alıp kapattı. Komodinin yanı başında olan yatak ve yatakta yatan sevgilisinde göz gezdirdi. Tüm korkusu onun içindi, onun çekeceği acıyı düşünüyor, beynindeki tüm damarların sıkıştığını hissediyordu. Onu bırakmak istemiyordu, onu böylesine bir acıya sürüklemek istemiyordu. Ama elinden ne gelirdi, Tanrı değildi. Ölmüş bedenine, can veremezdi.
Adımlarını yeniden o küçük koltuğa doğru attı ve oturdu. Kalemin kapağını açtı ve beyaz kağıda doğru getirdi. Yazması için gereken her şey önündeydi, ama ne yazması gerektiğini bilmiyordu. Beyninde büyük bir patlama olmuş ve cümleler kendini kelimelere, kelimeler ise kendini harflere bırakmış, harfler bu bölünmeden dolayı yorgun düşmüş, kırılıp, dökülmüş ve anlamını yitirmişti.
Sıkıntıyla derin bir nefes verdi, içindeki sıkıntı nefes aldıkça daha çok büyüyordu. Kalemi parmak uçlarında çevirdi ve siyah kalemiyle, beyaz sayfaya izler bırakmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moondust | taejin
Fanfiction[Tamamlandı] Gözyaşlarını kuruttuğu mektubu bıraktı ardında. İçine sığmayan sevgisini dökmek istedi satırlara. Yetmedi, yazmak istedi sayfalarca. Ne kağıt yeterdi sevgisini anlatmaya, ne de ömrü. Ona olan sevgisini ay tozlarına gömdü.