Seokjin odanın kapısını kapattı. Şimdi annesi ve kendisi farklı bir dünyadaydı. Tüm her şeyin açığa çıkacağı, gerçeklerin havada uçuşacağı ve belki de her ikisinin de yüzleşmekten yorulacağı bir gün olacaktı.
Adımlarını ileriye doğru attı, kısa bir duvarın ardından yatağın ayaklarına çarptı gözü. Bir süre yerden ayıramadı gözlerini, annesiyle göz göze gelmekten korkuyordu. Uzun zamandır görmediği annesine bakmak, bir hayli zor olacaktı. Göz göze geldikleri an belki de tüm öfkesi bir hiç olacaktı. Çünkü Seokjin, hala annesine karşı savunmasızdı.
Gözleri yara içindeki ayaklara takılınca, bir an duraksadı. Tüm dikkati o ayaklardaydı, kesikler, morluklar, kızarıklıklar... İçinin acıdığını hissetti Seokjin, yüreğinin ağırlığı tüm bedenine yayılmıştı sanki. Bakışları ayakların sahibine doğru ilerlemeye başladığında, kalbi neredeyse yerinden çıkacaktı.
Gözleri bir çift siyah gözle karşılaşınca, tüm hücrelerine kadar irkildi. Uzun zamandır görmediği annesi tam olarak karşısında duruyor, ifadesiz yüzü ne düşündüğünü belli etmiyordu. Saçlarındaki aklar, göz kenarlarındaki kırışıklıklar, çatlamış dudaklar ve solgun teniyle duruyordu karşısında annesi. Onu en son gördüğünden beri, bir hayli zayıflamıştı. Tüm bakımına özen gösteren annesi, şimdi bir hayli bakımsızdı. Oysa eskiden ne güzeldi annesi, ona her baktığında hayranlık duyardı. Uzun, siyah ve sık saçları, boncuk gibi gözleri, küçük burnu ve ışıldayan cildi... Ama yine de onu en güzel gösteren şey içten gülümsemesiydi. Seokjin en çok, o gülüşü görmeyi özlemişti.
Tüm yaşattıklarına rağmen, annesini hala çok seviyor olması aptallık mıydı? Onu böylesine özlüyor oluşu, ondan hala bir gülücük bekliyor oluşu, sarılmak istiyor oluşu, kalbindeki eksikliği doldurmasını istiyor oluşu... Bunları hala düşünüyor oluşu, aptallık mıydı? Aptallık bile olsa, Seokjin hala bekliyordu. Seokjin hala annesinden bir şeyler bekliyordu. En azından bir kez gülümsemesini istiyordu, bir kez sarılmasını ve bir kez oğlum diye çağırmasını istiyordu... İstediği çok büyük bir şey değildi, ama tüm ömrünün kırgınlıklarını kapatacak kadar kuvvetliydi.
"Neden geldin?" dedi kadın, gözleri Seokjin'den ayrılmıyor, donuk bakışları bir nebze olsun renk vermiyordu.
Seokjin hafifçe boğazını temizledi ve adımlarını yatağın tam karşısındaki tekli koltuğa doğru ilerletti. Tereddütle oturduğu koltukta, annesinin bakışlarının üzerinde olduğunu çok rahat farkedebiliyordu.
"Merak ettim." dedi Seokjin, bakışlarını annesine getirdi. "İyi olup olmadığını merak ettim."
Kadın donuk yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Fakat öylesine soğuktu ki, Seokjin'in tüm bedeni buz tutmuştu.
"Harikayım!" dedi kadın, sahte kahkahası odayı doldururken birden durdu. "Sence nasılım?"
Seokjin kaşlarının çatıldığını farkedince düzeltti kendisini. Annesinin rahat tavırları, onun daha çok gerilmesine sebep oluyordu.
"İyi görünmüyorsun." dedi Seokjin, öne doğru eğildi ve kollarını dizlerine yaslayıp, konuşmaya devam etti. "Bunu kendine neden yapıyorsun?"
"Sen neden bunu yapıyorsun?" dedi kadın, elleriyle sürekli saçlarıyla oynuyor, bir geri atıyor bir öne alıyordu.
"Ne yapıyorum?"
"Neden sürekli geliyorsun? Seni görmeyi istemediğimi söylediğim halde, neden inat edip geliyorsun?" Saçlarından bir tutam aldı kadın ve her teli ayırarak çekmeye başladı. Ellerine düşen cansız saçlara bakıp gülümsüyor ve tam yanındaki diğer kopmuş saçların yanına koyuyordu. Ciddi bir konuşmanın ortasında değilmiş gibiydi hareketleri, fakat ses tonu gayet ciddiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moondust | taejin
Fanfiction[Tamamlandı] Gözyaşlarını kuruttuğu mektubu bıraktı ardında. İçine sığmayan sevgisini dökmek istedi satırlara. Yetmedi, yazmak istedi sayfalarca. Ne kağıt yeterdi sevgisini anlatmaya, ne de ömrü. Ona olan sevgisini ay tozlarına gömdü.