SEHUN
‘ Gerzek.’ Tezgâhın üstünden inerken arkamdaki acıyla suratımı buruşturdum.’ İntikamdan bahsediyor ama hala merhametli.’ Sanırım asıl intikamın nasıl alınacağını ona öğretmem gerekecek. Aklıma gelen fikirle sırıttım Jongin daha kardeşine hiçbir şey yapmadığım halde bu kadar sinirlendiyse tatlı Kyunsoo altımda inlediği zaman deliye dönecekti. Bu planı en kısa sürede uygulayacaktım ama önce duş almam gerekiyordu. Yerdeki kıyafetlere baktım. Onları almak için çok tembeldim. Temizlikçi kadın gelince buradaki pisliği de temizlerdi. Merdivenlere yöneldim. Attığım her adımda canımın acısı artıyordu. Siktir Jongin. Seni geberene kadar becereceğim. Odama çıkıp komidinin üstündeki hapı ağzıma attım. Gözlerimi kapatıp damarlarıma yayılan uyuşturucunun rahatlatıcı etkisinin tadını çıkardım. Artık canım acımıyordu. Sırıtarak odadaki banyoya girdim. Küveti doldururken musluğun üstündeki aynaya baktım. Yüzümde soğuk umursamaz bir ifade vardı. Gözümde de Jongin'in eseri bir morluk. Aynada kendime bakarken yavaş yavaş görüntümün bozulduğunu fark ettim. Kafamı arkaya atıp soğuk bir kahkaha attım. Düşmemek için duvara tutunarak ayağımı küvete soktum. Sıcak. Mutlulukla gülümseyip içine girdim. Gözlerimi kapatıp duvara yaslanırken uyuya kalma seçeneğini umursamadım. Ne de olsa annem beni her zaman kontrol ederdi.
Saatler sonra gerçek dünyaya gözlerimi açtım. Annem yoktu. Hiçbir şey yoktu. Sadece acı vardı. Kalkıp durulandım. Belime havlumu sarıp çıktım. Ağzıma birkaç ağrı kesici attıktan sonra yatağa uzandım. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Elime soğuk bir şey değdi. Telefonum. Elime alarak tuş kilidini açtım. 12 cevapsız arama, 10 mesaj. Siktir. Bizim göt heriflerin bir derdi olmalıydı. Aramaların çoğu Luhan’dandı. Benden korkmayan lanet kişilerden biri. Böyle zamanlarda kesinlikle korkmasını dilerdim. Arama tuşuna basarak kulağıma götürdüm. İki uzun çalıştan sonra telefon açıldı. " Alo? Aalo? Alo? Luhan? Seni l- " Telefonun diğer ucundan gelen seslerle kulak kesildim. Sesler anlayacağım kadar yükseldiğinde telefon elimden düştü. Korku içinde ayağa kalkarak hızlıca üstüme bir şeyler geçirdim. Ceketimi ve anahtarımı alıp sokağa fırladığımda, evde yatağımın üstünde duran telefondan hala Luhan'ın acı çığlıkları geliyordu.
KYUNGSOO
Üzerimde hissettiğim ağırlıkla gözlerimi açtım. Jongin yanımda yüzüstü bir şekilde uyuyordu. Tek kolu ve bacağı üzerimdeydi. Ailemizi kaybettiğimiz den bu yana çoğu zaman birlikte uyumuştuk. Dün eve geç saatte gelmiş, benimle uyumak istediğini söylemişti. Zor zamanlar geçiriyor olmalıydı. Düşüncelerimle boğuşurken yavaşça ağzı açıldı ve hafif horultular çıkarmaya başladı. Kafamı yaslayıp, gözlerimi yumdum, ağzımı elimle kapatarak olabildiğince sessiz gülmeye başladım. O sırada kafamın yukarısında bir acı hissettim. Gözlerimi acıyla karışık şaşkınlıkla açarak o tarafa döndüm. " Yah! Hyung, ne yaptığını zannediyorsun? Ahh acıdı " elimle başımı okşadım. Az önce ısırdığı yeri öperek sırıttı. " Bana gülmeden önce tekrar düşün bebeğim." tek kolunu boynuma doladı ve sıkmaya başladı. Nefessiz kalmıştım. O ise kahkaha atıyordu. Beni serbest bırakınca elini çeneme koydu ve ona bakmamı sağladı " Şimdi dünyadaki en iyi abi olarak ben duş almaya gideceğim ve abinin biricik kardeşi olarak, bil bakalım kim aha sen kahvaltıyı hazırlayacaksın. " sırıtıyordu. Ben gayet ciddiydim. " Kıçımı. Bile. Kaldırmam. " dudaklarını büküp bana aegyo yapmaya çalıştı. " Ağız sulandırıcı derecede yakışıklı hyung çok aç, Kyungiee ~" hala kaşlarım çatıktı. " Bugün sıranın sende olduğunu unutmuş olduğuna inanmıyorum. Ama bugünlük hazırlayacağım. Sadece. Bugünlük. " gözlerimi dikerek beynine kazımaya çalıştım. Gülerek burnuma bir öpücük kondurdu. " Seni seviyorum kyungie " " Senden nefret ediyorum hyung " tekrar kahkaha atarak havlusunu aldı ve banyoya koşturdu. O çıktıktan sonra bende derin bir nefes alarak doğruldum. Her tarafım ağrıyordu. "ahh" ben tam bir ölü gibi uyurdum. Ancak jongin. Tam bir canavardı. Yavaşça esneyerek yataktan kalkıp merdivenlerden indim. Mutfağa girdiğimde hemen ise koyuldum. Ben masaya tabakları koyarken jongin duşunu alıp üstünü giyinmiş bir şekilde aşağıya indi. Ocağa dönüp yemeklere bakmaya koyuldum. " WOAH KYUNGIE MÜTHIŞ KOKUYOR! " küçük bir çocuk gibi etrafı koklayarak yanıma geldi. Arkadan bir çift elin belimi sardığını hissettim. Yanağıma öpücükler konduruyordu. " Eğer evde kalırsam, seninle evleneceğim kyungie " somurttum. " Eğer senin gibi bir kocam olsaydı..saniyesinde boşardım. " sevimli bir kahkaha attı. " Koca olanın ben olacağımı kabullenmiş gibisin " gözlerimi kısarak sinsice baktım. " Tam bir piçsin hyung. " ellerini belimden çekip masaya yerleşti. " Çok yakışıklı bir piçim. "Kahvaltımızı evlilik üzerine bir konuşmayla yaparak hızlıca üstümüzü giyindik. Dışarıya çıktığımızda jongin kapıyı kilitledi. Iki katlı müstakil evimizin önünde bekledik. Kolumu kaldırıp kol saatime baktım. Derse 10 dakika vardı. Dudaklarımı ısırarak jongine baktım. Bunun tek bir anlamı vardı. Okula başladığımızdan beri eğer evden çıktığımızda derse 15 dakikadan az varsa, yarış yapardık. Tek yaşamaya başladığımızda bu yarış bir ciddiyet kazanmıştı çünkü bir bedeli vardı. Bulaşıklar. Kaybeden o hafta çıkan tüm bulaşıkları yıkardı. Gözlerimizi kısıp birbirimize son bir bakış attıktan sonra yıldırım hızıyla koşmaya başladık. Jongin hyung'un bacakları nerdeyse benimkinin iki katı kadardı. Ancak benim de ufak tefek olmam bana bir avantaj sağlıyordu. İkimizde deli gibi bağırarak koşturuyorduk. Jongin bana fark atmaya başlamıştı. Hayır. Buna izin vermeyecektim. Zaten kahvaltıyı da ben hazırlamıştım. Yolun ortasında durup bileğimi tutarak bağırmaya başladım. " AHH AHH HYUNG AYAĞİM! " aniden durup bana döndü. Beni kıvranırken görünce gözlerini kocaman açarak yanıma koşmaya başladı. Kolumdan tutarak bana baktı " IYI MISIN KYUNGIE YAH IYI MISIN? " sırıttım ve yehet bakışlarıyla kafamı kaldırdım. Arkama dönüp bakmadan koşmaya başladım. " HIÇ BU KADAR IYI OLMAMIŞTIM HYUNG! BULAŞİKLAR ELLERINDEN ÖPER! SARANGHEE "
KRİS
Sabırsızlıkla bacağımı oynatmaya başladım. Kafamı geriye yaslamış, lanet zilin çalmasını bekliyordum. Gözlerimi yummuştum, ama uyumuyordum. Hocaların laf etmesinden korktuğumdan değildi. Zaten erkek-kadın bütün hocalar derste çoğu zaman ağzı açık beni izlerdi. Ellerimi göğsümde kavuşturmuştum. Tao yanımda telefonundan oyun oynuyordu. Chen ve Xuimin ön sırada Çince bir şeyler konuşuyorlardı. Kai ise yan sırada etrafındaki kızların bakışlarına aldırmadan telefonundan biriyle mesajlaşıyordu. Kyungsoo olduğuna bahse girerim. Cebimde ani bir titreme hissettim. Mesaj gelmiş olmalıydı. Kaşlarımı kaldırarak telefonu elime aldım. Mesaj… Seunghyun’dandı. " Zil çaldıktan sonra yanıma gelmek için sadece 10 dakikan var bebeğim. " Beni böyle aniden çağırması tuhaftı. Mal satma görevini Kai'a devrettiğimden beri beni görmek istememişti. Mesaja tekrar bakarken gözüm son kelimeye takıldı. Bu kelimeyi bana beni inletirken söylemiş olmasını ne çok isterdim. İç çekerek telefonu cebime koydum. Siktiğimin zili artık çalmalıydı. Bir kaç dakika sonra Tao'nun oyunu yüksek bir skorla bitirip sevinç çığlıklarıyla ayağa fırlamasıyla zil çaldı. Hemen kalktım. Okula çanta veya kitap getirmediğimden en azından toplanmakla vakit harcamayacaktım. Kapıya doğru yönelmemle Chen’in sesini duydum. " Kris-ah bu ne acele? Yoksa sevgilin acilen eve gelip onu becermeni mi istedi? " Xuimin kahkaha atmamak için kendini zor tutarak eliyle Chen'in ağzını kapattı. Tao çekinme gereği duymadan hunharca gülmeye başlamıştı. " Becerebileceğin bir sevgilin olmadığı için kıskanmamalısın Chen-ah. Git ve elini becer " Xuimin artık kahkaha atıyordu. Sınıftan çıkarken Chen'in arkamdan seslice küfrettiğini duydum. Adımlarımı yapabileceğim kadar hızlandırdım. Ellerim ceplerimdeyken telefonum tekrar titredi. Mesaj yine ondandı. " 10 dakika verdim diye ışık hızıyla yürümek zorunda değilsin bebeğim, yavaşla. " İlk başlarda olsa bu beni korkuturdu. Ancak artık alışmıştım. TOP'ın her yerde eli ayağı vardı. Bir süre yürüdükten sonra onun takıldığı barın önüne geldim. İçeri girdiğimde korumalarından birkaçını gördüm. Tek başına bu barı dağıtabilecek güçte de olsa korumalarıyla gezerdi. Düşmanları o kadar fazlaydı ki hiç dostu olmadığını bile söyleyebilirdiniz. O yalnız bir kurttu. (kıre ulf top is ulf auu) korumaları geçerek barın arka taraflarına ilerledim. Birkaç koridordan geçerek onun odasının olduğu koridora geldim. Kapıya geldiğimde iki koruma eğilerek beni selamladı " Hoşgeldiniz Bay Wu. Sizi bekliyorlardı" Seunghyun'un ismi herkesin ağzına alabileceği bir isim değildi. Kapı açılınca içeri girdim. Kapı arkamdan kapandı. Oda yarı karanlıktı. Top, masasının biraz gerisinde sandalyeye oturmuş ayaklarını masaya uzatıp bacak bacak üstüne atmıştı. Elleri göğsünde kavuşturulmuştu. Kafasında öne düştüğü için yüzünün yarısını örten siyah fötr bir şapka vardı. Oldukça tehlikeli ve seksi görünüyordu. Gözleri kapalıydı. Ancak odaya girdiğim anda şapkanın açık bıraktığı tek gözü aniden açılıp bana odaklandı. " Seni yeniden görmek güzel Wufan " adımı üstüne basa basa en kışkırtıcı tonuyla söylemişti. Sadece adımı söylemesini dinleyerek boşalabilirdim. Ve o bunu biliyordu. " Seni yeniden görmek konusunda pek hoş şeyler söyleyemeyeceğim sunbae " Ufak bir kahkaha attı. " Bu yüzden vereceksen ver şu malları da gideyim " Yüzünde ki gülümseme piç bir sırıtışa döndü. " Bugün buraya sadık bir köpek gibi gelme nedenin uyuşturucu değil wufan" sırıtış çok daha büyümüştü. Ayaklarını masadan indirip ayağa kalktı. Masa gözüme daha büyük görünmeye başlamıştı. Bacakları o kadar uzundu ki, az önce bütün masa onlarla doluydu. Yavaşça yanıma yürümeye başladı. Gözlerim giysilerine takıldı. Altında yırtık model siyah, dar, deri bir pantolon vardı. Üstüne ise siyah " King of you " yazılı bir tişört giymişti. Siktiğimin ukalası. Yürürken tişörtün üstüne giydiği siyah deri ceketin zincirleri sallanıyordu. Onu bu şekilde incelemek pantolonumun içinde kıpırdanmalar hissetmeme neden olmuştu. Yanıma geldiğinde elini omzuma koyup kulağıma fısıldadı. Piç herif konuşurken nefesini kulağıma doğru veriyordu. " Benimle bir içki iç Wufan. Konuşmamız gereken şeyler var, önemli şeyler. "TOP kafasını hafifçe eğerek pantolonuma baktı ve gülerek dışarıya çıktı. Gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım. Önüme baktığımda kör birinin bile fark edebileceği şişliği gördüm. Siktir. Üniforma altımın içine soktuğum gömleğimi dışarıya çıkardım. Çok şükür örtüyordu ancak yine de belli ediyordu. Seunghyun'un ailesinden kimseyi atlamamaya dikkat ederek ağzıma gelen küfürlerin hepsini ederek dışarıya çıktım. Dışarıya çıktığımda çoktan koridorun sonuna yaklaşmıştı. Yanına gitmeden önce onu inceleme fırsatı bulmuştum. TOP, yıllar önce lisede çok şişman olduğu için dışlanan biriydi. Bu yüzden uyuşturucuya başlamıştı. Depresyona girdiği günlerdi. Bir gün okulda ki serseriler onu çok pis dövmüşlerdi. Kafasını dağıtmak için gittiği barda uyuşturucu satıcıları bile onunla dalga geçmişler. Daha sonra gözünü kin ve intikam bürümüş. Tam yirmi günde kırk kilo vermiş. Zayıfladıktan sonra uyuşturucu pazarlamaya başlamış. Mafya dünyasının bir numarası olduktan sonra kendiyle dalga geçen herkesi gözünü kırpmadan öldürmüş. Bu insanların korkma nedeni. Bu insanların hiçbir şey bilmeden onu yargılama nedeni. Bu TOP’ın efsanesi. TOP lakabını almasının nedeni de buydu. Onu ezenlerin inadına en zirvede ayakta olduğunu kanıtlamanın bir yolu. Ama benim ona bakınca gördüğüm top değil, Choi Seunghyun'du. Zaten benden başka ona kimse Seunghyun demezdi, diyemezdi.
Uzun boynuyla zıtlık oluşturan geniş omuzları vardı. Bedeni bel kısmına doğru daralıyordu. Ve bacakları. Tanrım. Gerçekten çok uzun ve seksiydi. Daha fazla vakit kaybetmeden hızlı adımlarla ona yetiştim. Şapkanın açık bıraktığı yüzünün yarısından sırıttığını anlayabiliyordum. Yürürken tek kelime etmedi. Bizi bara bağlayacak olan kapıya geldiğimizde durdu ve sağ ayağını kaldırarak kapıya hafifçe değdirdi. Kapıdaki korumalar kapıyı açtılar. İçeriye adım attığımızda bütün kafalar top'a çevrildi. Pistte ki dans eden gençler yarı ayık hemen yerlerine oturdular. Herkes bakışlarını kaçırmaya çalışıyordu. Top, bara girip barmenin önünde ki taburelere ilerledi. Sevgilisiyle oturan bir ayyaş onun geldiğini görüp hemen ayağa kalkarak yerini boşalttı. Oturduk. Sert bir şey içmeyecek olmalıyız ki iki bira istedi. Biralar geldiğinde diklemeye başladım. Birkaç bardak içmiştik ki bardağa kafama dilerken gözlerim Seunghyun'a kaydı. Beni izlediğini fark ettim. Yutkunurken boynumun inceliyordu. Yüzünde piç bir gülümseme vardı. Bir anda elinde ki birayı tezgâha bıraktı. Bana doğru yaklaşırken şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Bir anda ellerinin belimi sardığını ve beni kendine bastırdığını hissettim. Ona yapıştığımda erkekliğinin çoktan şişmiş olduğunu fark ettim. Bu daha da şaşırmama neden olmuştu. Dudakları saçlarımda gezinirken en baştan çıkartıcı sesiyle fısıldadı " Wufan..." lanet çeneni kapat. Saçlarımda gülümseyen dudaklarını hissediyorum. " Benim seks kölem olur musun? "