BÖLÜM 18

3K 136 7
                                    

CHANYEOL

Büyük eve girdikten sonra kapıyı kapattım. Soo’nun kapıyı açamayacak kadar elleri titrediği için bunu yapmak zorunda kalmıştım. Dikkatlice şoktaki çocuğun belini kavrayarak onu oturma odasına sürükledim. Koltuğun yanına geldiğimizde omuzlarından tutarak onu otutturdum.

“Biraz dinlenmelisin Soo. Bekle, sana sıcak bir çorba yapayım.” Koltuğun kenarında duran örtüyü açarak koltuğa uzanıp gözlerini kapayan Soo’nun üstüne serdim. Elimi alnına götürüp saçlarını okşadım.

“Korkma küçük adam, zehirlenmeyeceksin.”

Bir anda alnındaki terleri fark ettim. Elimi alnına götürdüğümde hissettiğim sıcaklıkla gözlerimi büyüttüm.

“Tanrım. SOO! YANIYORSUN!”
Üzerindeki örtüyü açmak için çekiştirmeye çalışsam da Soo inatla örtüyü tutuyordu.

“Soo! Bırak şunu! Daha kötü hastalanacaksın.”

Zorlada olsa örtüyü açtım. Hızlı adımlarla mutfağa gidip ilaç aramaya koyuldum. Sonunda bir çekmecede bulmuştum. Seri hareketlerle bir soğuk algınlığı ilacı alıp bir bardak Soo’nun yanına koştum. Lanet örtüyü tekrar üzerine çekmiş titriyordu.

“SOO! AĞĞH! Beni delirteceksin. Bu böyle olmayacak. Ben çorbayla ilgilenirken birinin sana bakması lazım. Telefonun nerede?”

Soo zorla gözlerini aralayıp cebindeki telefonu bana uzattı. Son model telefonun tuş kilidini açarak hızlı aramalarda birinciye baktım. Hyung. Tabiî ki de. İkiniciyi açtığımda “Pekyun” ismini gördüm. En yakın arkadaşı olmalıydı. Arama tuşuna basarak telefonu kulağıma götürdüm. Telefon çalarken örtüyü bir kez daha Soo’nun çığlıklarıyla üstünden çektim. Telefon üç kez çaldıktan sonra açılmıştı.

“Alo?” Sesi… çok tanıdık.

“Sen.. Soo’nun arkadaşı olmalısın. O hasta ve yardıma ihtiyacı var. Beş dakika içinde Soo’nun evinde ol.” Telefonu kapattıktan sonra kanepelerden birine attım.
Soo’ya ilaçları zorla yutturup ağzına da bir termometre tıktıktan sonra kapı çaldı. Evi çok yakın olmalıydı. Ya da çok korkmuş.
Kapıyı açtığımda belki de o an karşılaşmayı en çok arzuladığım insan karşımda dikiliyordu. Üstünde beyaz desenli, bol, siyah bir tişört vardı. Altındaysa dar, siyah, dizleri yırtık model bir pantolon vardı.

Saçları koşmaktan dağılmıştı.
Endişeli gözlerini yüzüme kaldırdı. Yüce Tanrım. Hasta olan en yakın arkadaşını ziyarete gelirken bile çektiği eyeliner nefes kesiciydi. Eyeliner Çocuk. Benim borcum. Beni hatırladığında gözlerini irileştirdi.

“Sen? Burada ne arıyorsun? Soo nerede?”

Anlaşılan Soo’ya zarar verdiğimi düşünüyordu. 

“İçeride. Sakinleş bebeğim. O sadece nezle.” Beni itip içeriye koştu.

Kapıyı kapatıp içeriye geçtiğimde Baekhyun’u, Soo’nun elini tutup alnına bakarken buldum. Korkmuştu.

“Ben mutfağa geçiyorum. Çorba yapıp geleceğim. Ona göz kulak olmalısın. Sakın üzerini örtmesine izin verme.”

Baekhyun başını salladı. Mutfağa girdiğimde neyin nerde olduğunu bulmak için bir üçüncü dünya savaşı çıkarmam gerekmiş olsa da sonunda tüm malzemeleri toparlayabilmiştim. Yavaşça ateşteki tencereyi karıştırırken Baekhyun telaşla mutfağa girdi.

“Soo’nun suya ihtiyacı var.”

Yanıma gelerek gözlerini bana dikti. Ağzım yarı açık hipnoz olmuş gibi gözlerine bakarken boğazını temizledi. Durumu anca anlamıştım. Gerizekalı Chanyeol. Musluğun önünde duruyordum.
“Oh.” Bir adım geri çekildim. Önüme geçerek üst terekten bardak almak için uzandı. Boyu yetişmemişti. Gülümseyerek aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapadım. Elimi tezgahtaki bardağa attığımda donakaldım. Eyeliner çocuk tahrik edecek kadar güzel kokan saçlarını sanki bilerek bana yaklaştırmış gibiydi. Gerçekten burnuma gelen koku beni çıldırtmıştı. 

Bu yetmezmiş gibi birde kalçalarını oynatıyordu. Terekteki bardağı hızla aşağı indirip mermer tezgaha sertçe çaptım. İrkilen çocuğun tek omzunu tutarak yüzünü ve vücudunu kendime doğru çevirdim. Kocaman açtığı gözlerini bana dikmişti.

“Cha-chanyeol hyung.”

Adımı ağzından duymak beni iyice delirtmişti. O küçük dudakların adımı altımda inlerken haykırmasını istiyordum. Ellerimi tezgaha koyarak onu kollarımın arasına sıkıştırdım ve üzerine eğildim.

“Adımı da öğrenmişsin bakıyorum.” Benimle aynı hızda kafasını geri çekti.

“S-Soo söylerken d-duydum.”
Gülümsedim. Ürkek bir ceylan gibi kaçmaya çalışması hoşuma gidiyordu. 

“Bana bir borcun olduğunu hatırlıyorsun değil mi Baek? Bunu beni azıdrarak ödemeye mi çalışıyorsun?”

Aceleyle kaçmaya çalıştı. “B-ben özür dilerim. S-seni rahatsız etmek istememiş-“ lafını onu iyice tezgaha kıstırıp dudaklarına yapışarak kestim. İnce dudakları sanki yanıyor gibiydi. Yavaşça şoktan kaskatı kesilmiş dudakları emdim. İnleyerek beni itmeye çalışıyordu. Göğsümdeki beni iten ellerini tutarak iki yana kıstırdım. Bir süre sonra çabalamayı bırakıp ellerini indirmişti. Karşılık vermiyordu ancak karşı da koymuyordu. 

Araladığım dudaklarından içeriye girerken ellerimle saçlarını kavrayıp onu iyice kendime kenetledim. Dilimin o ufak, sıcak ağızda gezinmesi müthiş bir duyguydu. İlk defa bir öpüşme bu kadar etkileyici hissettiriyordu.
“Baekhyunnie…su…” Soo seslendi.
En son duymak şey buydu. Ellerimi Baekhyun’un dolanmış saçlarından çekerek ondan yavaşça ayrıldım. Gözleri kapalıydı. Yavaşça açtığında gülümsedim.

“Dudaklarının bakir olduğuna eminim. Onlara sahip olduğum gibi, tüm ilklerini benimle yaşayacaksın Byun Baekhyun. Şu andan itibaren benimsin.”

Baekhyun şaşkın gözlerini kaçırıp aceleyle bardağa su doldurdu. Arkasını dönüp koşar adımlarla Soo’nun yanına gitti. Burnuma gelen kötü kokuyla yüzümü buruşturdum. Ocağa baktım. Siktir. Çorba yanmıştı. Baek. Bunu sana ödeteceğim.

***

KRİS

“Deliğin bakireliğini kaybedecek bebeğim.”

“NE?”

Gözlerimi kısarak gülümsedim. Bir yandan da kalçalarını okşamaya devam ediyordum.

“Dediğimi duydun. Yaptığın sikikliğin yanına kalacağını mı düşünüyordun?”

Başımı sağa doğru yatırıp boynuna gömüldüm. Tahrik etmek için elimden geldiğince dilimi hissettirerek emiyordum. Boynundan köprücük kemiğine doğru inerken kendimi tutamayıp vücudunu gererek inledi.

“İnan bana Choi Seung Hyun. Seninle işimiz bittiğinde keşke oradan atlamış olsaydım diyeceksin. Belki de ilk seferin olduğu için nazik davranmalıyım?”

TOP korkuyla beni ittirmeye çalıştı.

“Saçmalıyorsun Wufan. Lanet olsun. Bırak beni.”

Beni ittirmeye çalışan ellerini tutarak TOP’ın başının üzerinde sabitledim. Çok yorgun olduğu için onu kontrol etmek hiç zor değildi.

“Kapa çeneni. Korkma, ben senin bana yaptıklarını sana yapacak kadar orospu çocuğu değilim.”

Ellerimle TOP’ın bileklerini tutmaya devam ederken boynunu tamamen taciz ederek her bir santimini dişliyordum. Artık sabredecek halim kalmamıştı. Penisim çoktan kalkmıştı. Bileklerini bırakarak üzerindeki uzun kollu krem rengi kazağı zorla çıkardım. Çıplak teni soğuk zemine çarptığında yüzünü buruşturarak inledi. Onun acı dolu seslerine aldırmayarak aşağılara doğru kaydım. 

Ben karın kaslarıyla ilgilenirken elim pantolonunun düğmesini zorluyordu. Sonunda amacıma ulaşıp pantolonu iç çamaşırıyla beraber çıkardım. Hava insanın nefesini donduracak kadar soğuktu ve TOP şu anda çıplak bir şekilde çatının zemininde uzanıyordu. Elleri ve yüzü soğuktan kızarmıştı. Tirir titreyip bana küfrediyordu. Tıpkı devrilmiş bir Adonis heykeli gibiydi. Kendi tişörtümü de çıkartarak TOP’ın penisine yöneldim. Çoktan dikleşmişti.

“Aman Tanrım. Bu şeyi içime alabildiğim için iyi bir ödülü hak ediyorum.”

İnanılmaz büyüklükte ve kalınlıkta olan penisi ağzıma almaya çalıştım. Ancak en fazla yarısını alabilmiştim. Aldığım kadarını emerken TOP’ın zevkli inlemelerini duydum. Bir yandan da elimle çıplak kalçalarını okşuyordum. Aldığı zevkle vücudu yay gibi gerilmişti. Hiç beklemediği bir anda başımı geriye atarak penisinin ucunu ısırdım. Korkunç bir şekilde haykırmıştı.

“CEHENNEMİN DİBİNE GİT KRİS!”

Sırıtarak ona bakmamla ellerini saçlarıma geçirmesi bir oldu. Bir anda ağzıma almakta zorlandığım penisin boğazıma kadar girdiğini hissettim. Hayatımda gördüğüm en pezevenk insan olan TOP şu an intikam için sertçe ağzımı beceriyordu. Ellerini saçlarıma öyle bir dolamıştı ki kımıldayamıyordum. Gözleri kapalıydı ve kendini kaybetmişçesine inliyordu. Başımı hızlıca ileri geri oynatırken tırnaklarımı bacaklarına geçirdim. Kahkaha attı. 

Midem bulanıyordu. Öğürmeye ihtiyacım vardı. Kendimi geri çekmeye çalışıyordum ancak beni bırakmıyordu. Dakikalar sonra TOP’ın inlemeleri doruğa ulaştı. Vücudu ve penisi iyice kasıldıktan sonra adımı sayıklayarak tüm menilerini boğazıma akıttı. Kafamı geriye çekip yutkunarak kendime gelmeye çalıştım.

“Bunu. Yapmamalıydın. TOP.”

Kısık sesle gülüyordu. Onu hızla altıma alarak dudaklarına yapıştım. Ellerimi aşağılara kaydırarak bacaklarını kavradım ve sertçe omuzlarıma aldım.

“HAYIR! KRİS! HAZIRLAMADAN-“

Cümlesi çatının üzerindeki tüm kuşları uçuracak kadar yüksek bir haykırışla kesildi. Hiçbir hazırlığa gerek duymadan bütün penisimi içine körüklemiştim. Omuzlarımdaki bacakları titriyordu. Yüzü acıdan kaskatı kesilmişti. Bütün öküzleri dize getirebilecek kalınlıktaki sesi neredeyse çatallaşmıştı. Öfkeliydi.

“Wufan…çık…içimden.”

Yavaşça içinden tam çıkmadan gel-git yapmaya başlamıştım. Her seferinde acıyla çığlık atıyordu. Çığlıkları kesilmesin diye dudaklarını es geçerek boynuna yöneldim. Kulak memesinden itibaren başlayarak her bir noktayı kızarana kadar emdim. Alışmaya başladığında penisimi içinden çıkarıp tükürüğümle ıslattım. 

Daha sonra tamamen içine soktum. Hırlamasını bekliyordum ancak sadece zevk içinde inlemiştim. Kaşlarımı çattım. Tatlı noktasına vurmuş olmalıydım. Lanet. Yüzüne baktığımda buna muhtaçmış gibi bakan gözlerini gördüm.

“Becer beni Wufan.”

Buz gibi havaya rağmen ter içindeydi. İç çekerek tüm gücümle prostatına vurmaya başladım. Birkaç dakika sonra inlerken ikimizde kendimizi kaybetmiştik. Hiç hız kaybetmeden git-gel yapıyordum. Dudaklarımı tekrar kalın dudaklara yapıştırdım. Alt dudağını ağzıma alıp yavaşça emdim. Dakikalarca soğuk zeminde TOP’ı acı ve zevk dolu inlemeler senfonisi eşliğinde becerdikten sonra yavaş yavaş kasılmaya başlamıştım. TOP elini ikimizin arasında kalan penisine atarak kendini çekmeye başladı. İki taraftan da aldığı zevkle inlemeleri daha çok artmıştı. Kasılmaları da artıyordu. İkimizde doruk noktasına ulaşmış gibiydik.

Dudaklarımı TOP’ın kulağına doğru götürdüm. Nefesimi kulağına veriyordum. Hassas noktasının kulağı olduğunu uzun zaman önce fark etmiştim. Boşalacağımı anladığımda omzumdaki bacakları daha sıkı kavrayıp giriş-çıkışlarımı daha da hızlandırdım. Gözlerimi kapattım. Tüm bedenim kasılmıştı. Zevkten TOP’ın kulağını ısırdım.

“AĞĞH SEUNG HYUN-AH!”

“WUFAN.”

Menilerimin hepsini TOP’ın derinliklerine bırakırken o da karnıma boşalmıştı. Nefeslerimizi düzenlerken alnına ufak bir öpücük bıraktım.

“Hemen giyinmezsen üşüteceksin Seung hyunnie. Bunun olmasını istemem.”

TOP’ın yorgunluktan doğru düzgün çatamadığı kaşlarına bakarak kahkaha attım. 

Şu an yürüyemeyecek durumda olmasaydı beni buradan aşağı atacağına emindim.

The DevilHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin