KAİ
“Kim. Kyung. Soo.”
Zorlukla fısıldadım. Soo zevkle kapanmış gözlerini açtı ve benim bulunduğum yere çevirdi. Bakışlarımız buluştuğu anda gözlerinde oluşan korku gurur kırıcıydı. Ya da belki gururumu kıran şey bu değildi. Şu an ne hissettiğimi anlayamayacak durumdaydım. Üzüntü? Sanırım. Hayal kırıklığı? Muhtemelen. Öfke? Kesinlikle.
“H-h-hyung?” Soo’nun şaşkınlıktan çatlak çıkan sesini duydum. Luhan Soo’nun beline doladığı ellerini çekti ve arkasını dönerek bana baktı. Gülmesini bekliyordum. Alay etmesini, kardeşini elde ettim bakışları görmeyi… Ancak sadece kararlı gözler görmüştüm. Olabileceklere karşı yanındaki zayıf bedeni koruyabilecek gözler… Luhan Soo’nun kolunu tuttu ve onu arkasına çekti.
“Kai. Sakin ol. Ne düşündüğünü biliyorum ancak öyle değil.”
“Garip. Ben bile ne düşüneceğimi bilmiyorum…” Yavaş adımlarla Luhan’a doğru yürüdüm. Gözlerimi Luhan’a dikmiştim çünkü Soo’ya bakamıyordum. O benim meleğimdi… sahip olduğum tek masum şey… ve şimdi… gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Acı içinde sendeliyordum. Yanına geldiğimde Luhan’ın yakalarını kavradım.
“Benim… kardeşime… nasıl… dokunabildin?” Yakalarını öfkeyle yukarıya kaldırdığımda arkamdan gelen keskin ve tehlikeli sesle durdum.
“KİM. JONGİN.”
Taemin hızlı adımlarla yanıma gelerek beni sertçe Luhan’ın yakalarından ayırdı ve geri itti.
“Kes şunu.”
Gözlerimi hışımla Taemin’e çevirdim.
“Bana onu mu savunuyorsun?”
“EVET.”
Taemin derin bir nefes alarak aramıza girdi ve yüzünü bana döndü. Yavaşça omuzlarımı tuttu ve gözlerimin içine baktı.
“Çünkü bir zamanlar beni savunacak kimse olmadığı için bu haldeyim.”
Karnıma sert bir yumruk yemiş gibi hissettim. Beynim artık uyuşmuştu.
“Ben…Luhan’la konuştum Jongin. Soo senin ne kadar kardeşinse benim de o kadar kardeşim. Kimsenin onun kılına bile zarar vermesine izin vermem. Ancak ben… Luhan’ı dinledim ve onun samimiyeti…gerçek. Şu an onun intikam için bunu yaptığını düşünüyorsun ama o. Gerçekten. Soo’yu. Seviyor.”
Vücudum yeni doğan bir bebeğinki kadar acizdi. Ayakta durmakta zorlanıyordum. Engel olamadığım yaşların yanaklarımdan süzüldüğünü hissettim.
“Bunu… bana neden söylemedin?” Taemin soruma iç çekti.
“Sana söyleyecektim… ancak hastaneden çıkmanı bekledim. Zaten Sehun konusunda yeterince kötüydün.”
Kendimi tutmaya çalışarak kafamı çevirdim. O sırada arkadan ayak sesleri geldi. Çocuklar olayı duyup gelmiş olmalıydı. Şu an Hunter ve Killer’ın tüm çetesi buradaydı.
“Bana bir kez bunu yaptın Jongin-ah. Başka birine…özellikle kardeşine…bunu yapmana izin vermeyeceğim.”
Bunları söyledikten sonra geri çekildi ve odadaki herkesin yüzüne baktı.
“Ben Kai’ı affettim. Yaptığı her şeye rağmen. Beni öldüresiye dövmesine, Min Ho’mu öldürmesine, Sehun’la olmasına… her şeye rağmen. Onu. Affettim. Peki siz gerizekalılar ben bile onu affetmişken onları suçlamaya hakkınız olduğunu mu zannediyorsunuz?”
Hışım dolu gözlerini bana çevirdi.
“Sen, Kim Jongin. Luhan ve Soo’ya dokunmayacaksın. Sehun zaten senin. Luhan’ında mutlu olmaya ihtiyacı var.”
Gözlerimi büyüterek parmağımla Luhan’ı işaret ettim.
“O SERSERİ KARDEŞİMİ ÖLDÜRMEYE KALKTI.”
Taemin bana doğru iki adım attı. Bakışları ürkütücüydü.
“SENCE BUNU NEDEN YAPTIK KAİ? SAYGIDEĞER HUNTERIMIZ BUNU HAK ETMEMİŞ MİYDİ?”
Taemin’in işin başını çektiğini bir anlığına unutmuştum. Karnıma yediğim ikinci bir darbe hissiyle sustum.
“Evet. Aynen böyle. Sadece…sus.”
Taemin hızla diğer çocuklara döndü.
“Ve size gelince aranızdan bir kişi bile Sehun ve Kai’a yüz çevirmeyecek. Yapabileceklerimi gördünüz. Beni sinirlendirmek istemezsiniz. Onlar bir hata yaptılar ve cezasını çektiler. Yani…sadece göz yumun.”
Arkamdan Lay’in öfkeli hırlamalarını duydum. Taemin iç çekti.
“Şimdi dışarıya çıkalım. Yoksa kapıdaki maymun kılıklı herifler bizi dışarıya atacaklar.”
Çocuklar teker teker dışarıya çıktılar. Odada Sehun, Taemin ben ve muhteşem çiftimiz kalmıştı. Yutkundum. Sesimi tekdüze tutmaya çalışarak Taemin’e döndüm.
“Sehun ve Luhan’ı dışarı çıkarır mısın Tae?”
Tae önce derin bir nefes aldı. Daha sonra kafasını sallayarak bana bakan Sehun’u ve Soo’dan ayrılmak istemeyen endişeli Luhan’ı dışarı sürükledi. Odadan çıktıklarında kapıyı kapattılar. Soo’nun yüzüne bakamıyordum ancak aniden gelen bir çarpma sesiyle refleks olarak hızla Soo’ya döndüm. Dizlerini üzerine çökmüştü. Ağlıyordu.
“H-hyung… ü-üzgünüm… b-ben…” İçim parçalanıyor gibi hissediyordum. Yavaş adımlarla Soo’nun yanına geldim. Karşısında diz çökerek ellerimle yüzünü kavradım ve gözlerinin içine baktım.
“Onu seviyor musun?” Soo sorumla birkaç saniyeliğine afalladı.
“N-ne?”
“Onu seviyor musun Soo?” Gözlerini yumarak birkaç damlanın süzülmesine izin verdi.
“Evet. Hemde çok.” Sızlayan beynime aldırış etmemeye çalıştım.
“Ne zamandır?”
“Uzun zamandır…” Bu konuda daha fazla şey öğrenmenin canımı yakacağına emindim. Yavaşça zayıf noktamın yüzüne yaklaştım. Yanaklarından akmakta olan iki damlaya ufak öpücükler bıraktım. Gözyaşlarının tuzlu tadını alıyordum. Dudaklarımı iri gözlere çıkartarak göz kapaklarına da ufak öpücükler bıraktım.
“Ee? Bunu gerçekten anlamadığımı mı zannediyordun Soo? Senden sadece bir yaş büyüğüm, aptal değil. Eğer onun gerçekten kendin için doğru kişi olduğunu düşünüyorsan ben sadece seni desteklerim. Sana güveniyorum.”
Soo ilk başta zorlukla söylediğim cümlelere karşılık şaşkınlıkla bana baktı. Bunlar onun bana bir hafta önce söylediği sözlerdi. Acı içinde gülümseyerek bana sıkıca sarıldı.
“Teşekkürler hyung. Çok…teşekkürler. Seni…çok seviyorum.
Gülümseyerek ufak bedene sıkıca sarıldım.
“Bende seni bebeğim. Şimdi… Kris gerizekalısı gelip senin bu halinle dalga geçmeden önce dışarı çıkmalıyız.”