SEHUN
“Düzgün bağla şunları Jongin-ah. Bir bağcık bağlamayı bile beceremiyorsun.” Yüzümü asarak homurdandım. Jongin, 10 dakikadır önümde diz çökmüş bağcıklarımı bağlamaya çalışıyordu. Bağcıkları bağladıktan sonra salak salak sırıtarak kafasını yukarıya doğru kaldırdı. Tek elini bacağımda gezdiriyordu.
“Neleri becerebildiğimi biliyorsun.” Tek kaşımı kaldırarak “Ciddi misin?” bakışları attım.
“Beni sadece bir kez becerdin. Ve ona becermek bile denemez. Resmen işkenceydi. Eğer hastanedeki ilk günümüzde yaptığın oral seksten bahsediyorsan…bahsetme. Hala sana öfkeliyim.”
“Abartma. Bunu hak ettiğini biliyorsun.” Jongin gözlerini devirerek ayağa kalktı ve çantalarımıza yöneldi. İki hafta sonunda bitmişti. Doktorlar inanılmaz derecede çabuk iyileştiğimi söyleyerek beni iki haftada postalıyorlardı. Bugün taburcu olmuştum. Jongin’in keyfine denecek laf yoktu. Ona oral seks olayından dolayı hala sinirli olduğum için hastalığımı bahane etmiş, bütün aegyolarına rağmen bana elini sürmesine bile izin vermemiştim. Doktor tamamen iyileştiğimi söylediğinden beri ağzı kulaklarında geziyordu. Artık beni o kadar korkutmuştu ki hastaneden çıktığımız an beni sıkıştırıp tecavüz etmesinden korkuyordum.
“Günaydın Enişteciğiiiiiiiiim.” Kris iki hafta boyunca her gün yaptığı gibi bu cümleyi söyleyerek odaya dalmıştı. Benim her ne kadar hoşuma gitse de bu durum Jongin’i kızdırıyordu.
“KES SESİNİ KRİS. SANA SEHUN’A BU ŞEKİLDE SESLENME DEMİŞTİM.”
Kris kafasını Jongin’e çevirme nezaketine bile katlanmadan “ÇOKTA. GÖTÜMDE.” İfadesiyle bana gelen meyve sepetinde ki elmayı alarak refakatçi koltuğuna gömüldü. Ben sessizce gülerken Soo da odaya girmişti.
“Günaydın Hyung. Günaydın Sehun. Günaydın it herif.”
Kris bir anda sinirden morarmıştı. Gözlerini büyüterek Soo’ya döndü.
“Bana bir daha hakaret edersen şurdaki serumu kıçına sokacağım seni gerizekalı.”
Onlar iyice laf dalaşına girmişken Soo’yu izledim. Jongin ona ilişkimizden hastanedeki ikinci günde bahsetmişti. Onun verdiği tek tepkiyse “Ee? Bunu gerçekten bilmediğimi mi zannediyordun hyung? Senden sadece bir yaş küçüğüm, aptal değil. Eğer onun kendin için gerçekten doğru olduğunu düşünüyorsan ben sadece seni desteklerim. Sana güveniyorum.” Olmuştu. Ufacık bedene hayranlıkla bakakalmıştım. Neden bizim çocuklarda onun kadar olgun olamıyorlardı? Ah..doğru ya…her neyse.
Soo içeri girip Kris’le kavga etmeye başlayalı iki dakika olmamıştı ki Luhan elleri cebinde içeriye girdi. Bu çok garipti. Gerçekten son bir haftadır Luhan ve Soo hep birlikte geliyorlardı. İçimde sürekli vızıldayıp duran düşünceler vardı. Ancak onları dinleyemezdim. Dinlememeliydim. Bu…imkansızdı. Jongin’in bunu fark etmemiş olacağını umuyordum. Luhan ilk gün ziyaretime geldiğinde Jongin onun üzerine yürümüştü. Büyük bir kavga çıkmıştı. Ancak Luhan buna rağmen her gün ziyaretime gelerek Jongin’i huzursuz etmişti. Jongin hazırladığı valizin fermuarını çektikten sonra bize döndü.
“Hadi Hunnie.”
KAİ
“Hadi Hunnie.”
Luhan salağı ve ondan hiç aşağı kalır yanı olmayan Kris’e bakmadan Sehun’a yöneldim. Koluna girip, yavaşça ayağa kaldırdım. Sehun’un yüzü biraz düşüktü. Anlaşılan çetesinin neden taburcu gününde ziyarete gelmediğini merak ediyordu. Hazırlananlardan haberi olmaması için kıçımız çıkmıştı. Yeol’ler kapının önünde bir sürü siyah balon ve konfetiyle bekliyorlardı. Rengarenk değil de siyah balon istemiştik. Çünkü elinde bir sürü rengarenk balonla gezmenin Sehun’un tarzı olmayacağı kesindi. Hastanenin kapısından çıktığımız anda kıyamet kopmuştu.
“TEBRİKLER EVİL!”
Bir anda ortalığı bağırışlar, balonlar ve süsler kaplamıştı.
“Aman Tanrım. Tam da aklımdan Jongin’i iterek buradan kaçmayı ve sizi bulur bulmaz kafanızı tuvalete sokmayı geçiriyordum.” Diye mırıldandı Sehun. Birkaç dakikalığına herkes kahka atıyordu. Her şey…unutulmuştu. Kafamı sağa sola çevirerek Soo’yu aradım. Ortalıkta gözükmüyordu. Elimi sol cebime atarak telefonumu yokladım. Yoktu. Lanet. Hastane odasında bırakmış olmalıydım.
“Hunnie, gitmeliyim. Telefonum odada kalmış.” Sehun kafasını onaylar gibi öne arkaya salladıktan sonra koşar adımlarla hastaneye girdim. Sağ ve sol koridorlara dönerek Sehun’un odasına ulaştım. Luhan pisliği de ortalıklarda yoktu. Korkmaya başlamıştım. Gümüşi kapı kolunu çevirip odaya girdiğimde gördüğüm manzarayla donakaldım. Tarih…kendini tekrarlıyor gibiydi. Soo’yu arasam bile açmayacağına emindim. Çünkü şu an baş düşmanımın dudaklarında inlemekle meşguldü.