KAİ
“KYUNG SOO-YAAAH! YAAH! GEÇ KALDIK UYAN!”
20 saniye önce masum bir şekilde uyuyan çocuk şimdi tüm yatakla birlikte sarsılıyordu. Kahretsin. Alarmı duymamış ve çok geç kalkmıştım. Saat 07.30’du. Derse yarım saat vardı. Aslında devamsızlığı götüme takacak değildim. Ancak aileme verilmiş bir sözüm vardı. Okuldan atılamazdım. Yatakta hala uyumaya devam eden çocuğu omuzlarından sarsmaya devam ettim.
“YAH! UYAN!”
Soo kocaman gözlerini küfrederek araladıktan sonra mutfağa koşturdum. Makinedeki tostu tabağa koyarak masaya doğru adeta fırlattım.
“Kyungiiee! Gel ve kahvaltını yap, giyinmeye gidiyorum.”
Kyung Soo her sabah olduğu gibi gözlerini ovuşturarak dünyadaki en mutsuz insanmış ifadesiyle mutfağa girdiğinde koşar adımlarla odama gittim. Okul pantolonumu altıma geçirip hızla fermuarımı çektim. Beyaz gömleği üzerime geçirip düğmeleri yarım yamalak ilikledim. Masanın üzerinde Kris’den çoraladığım parfümü de sıktıktan sonra hazırdım. Parfümü masamın üzerine bırakırken Kris’i düşündüm. Hastane olayının üzerinden bir hafta geçmişti. Ve Kris okula bile gelmiyordu. Onu hiç görmemiştim. Yine her kafası estiğinde veya bunaldığında yaptığı gibi inzivaya çekilmiş olmalıydı. Ancak bu sefer onun eksikliğini daha çok hissediyordum. Omuzlarımı silktim, bunun için vaktim yoktu. Onu daha sonra arayacaktım. Rastgele birkaç kitabı çantamın içine tıktıktan sonra lacivert ceketi elime alarak çantayı tek omzuma taktım. Masada duran telefonu ve kulaklığı da aldıktan sonra kapıya doğru koştum.
“Soo?”
Soo odasından çıkıp koşarak yanıma geldiğinde kahkaha attım. Düğmeleri ilikleyiş tarzından çantayı astığı omzuna kadar her şeyimiz aynıydı.
“Sen. Kesinlikle benim kardeşimsin.”
Gözlerini devirerek kapıyı açtı ve eğilerek referans yaptı.
“İltifatları dinlemeye vaktimiz yok efendim.”
Gözlerimi devirip eteklerimi tutar gibi yaparak eğildim ve kapıdan çıktım. Kapıyı anahtarladıktan sonra sol kolumu kaldırarak kol saatime baktım. 07.50. Kafamı Soo’ya çevirdim.
“On dakika var. Bunun anlamını biliyorsun.”
Kısa bir süre bakıştıktan sonra onu geriye iterek koşmaya başladım. Bir yandan da kahkaha atıyordum.
“Seni abilikten reddedeceğim hyung. Zaten yemek yapmıyorsun, birde bulaşığı bana mı yıkacaksın?” Aramızdaki mesafe başta yaptığım hileden dolayı baya açılmıştı. Ardıma bakmadan koşuyordum. Soo’yu merak ederek kafamı çevirdim…durmuştu. Bir yere bakıyordu. Kaşlarımı çatarak gözlerimi baktığı yere çevirdim. Siyah bir Porsche. İçinde de bir adet Luhan. Pişmiş kelle gibi sırıtıyor birde salak. Soo arabanın yanına gidip bir şeyler söyledikten sonra kafasını bana çevirerek kaşlarını kaldırdı ve soru sorarcasına baktı. Elimi yavaşça kaldırarak önce kendimi sonra o arabayı gösterdim ve inanmazcasına baktım. O arabaya binmeyeceğimi anlamış olması gerekirdi. Yani…binmezdim değil mi? hayır. Hiçbir kuvvet beni o arabaya bindiremezdi.
BAEKHYUN
Yatakta bir süre döndükten sonra gözlerimi aralayıp saate baktım. Tanrım. Sen beni koru. 07.30? Şaka olmalı. Şaka. Kesinlikle. Tüm lise hayatım boyunca tek bir devamsızlık bile yapmamıştım.Ve şu an. Ağğhh. Delirmiş gibi banyoya koşup hızlı bir duş aldıktan sonra üniformamı giydim. Lanet olası part time iş. Annem ve babam boşandıktan sonra ayrı eve çıkmıştım. Geçimimi çalıştığım pizzacıdan sağlıyordum. Ancak dün gece patronun azizliğine uğrayıp fazla mesai yapmak zorunda bırakılmıştım. Dolaptan bir elma kaparak kendimi dışarıya attığımda saat 07.45’ti. otobüs en az 20 dakika sürüyordu. Omuzlarımı düşürerek otobüs durağına oturdum. Başımı durağın etrafını çevreleyen cama yaslayarak gözlerimi kapattım.
“Hayalimde ki Pamuk Prenses çok daha güzeldi.”
Kalın bir ses homurdandı. Gözlerimi açmadım. Aptalın teki başka biriyle konuşuyor olmalıydı.
“Hatta hayalimde ki elma bile daha güzeldi.”
Kaşlarımı çattım. Bu adam benimle mi konuşuyordu? Etrafta elinde elmayla öylece uyuyan kaç kişi daha olabilir diye düşünmeye başladım.
“Seninle konuşuyorum Eyelinerderella. Prensinin seni okula bırakması gerek, yoksa saat sekizde sıradan bir pilot kaleme dönüşeceksin. Uyan artık.”
Şaşkınlıkla ve sinirle gözlerimi açtım. Karşımda beyaz bir mini Cooper duruyordu. İçindeyse…tanrım. Gözlerimi şaşkınlıkla açtım.
“C-Chanyeol hyung?” Yüzünü ekşitti.
“Bana hyung demeyi keser misin? Kapat çeneni ve şu arabaya bin. Geç kaldık.”
Derin bir nefes aldım. Dizlerim nedenini bilmediğim bir şekilde titriyordu. O sırada milattan öncesinden kalmış otobüs gıcırdayarak durağa yaklaştı. Ayağa kalktım. Otobüse yöneldim. O arabaya binmeyeceğimi anlamış olması gerekirdi. Yani…binmezdim değil mi? hayır. Hiçbir kuvvet beni o arabaya bindiremezdi.
KAİ
“Kafanı. Öne. Eğ. Soo.”
Arabanın dikiz aynasından Luhan’la bakışan Soo’ya ölümcül bakışlar attım. Öne, Luhan’ın yanına oturmaya yeltenmişti. Oluşabilecek teması engellemek için onu arkaya iterek gerzeğin yanına oturmak zorunda kalmıştım.
“Hyung! Böyle yapmaya devam edersen seni Taemin Hyung’a şikayet edeceğim.” Soo homurdanarak kaşlarını çattı. Hızla arkaya dönüp gözlerimi ona diktim.
“Bazen abin ve tek ebeveynin olduğumu unutuyorsun. Ha birde…aynı evde yaşadığımızı.”
Gözlerini kıstı.
“Çok adisin.”
“Bunu bana ispitçinin teki mi söylüyor?”
“Hak ediyorsun.”
Biz tartışırken araba durmuştu. Önüme dönüp camdan baktığımda okula gelmiş olduğumu gördüm. Emniyet kemerini çıkartarak arabadan kaçarcasına indim. Luhan ve Soo da inip yanıma geldiler.
“Teşekkür ederim Lu. Sen olmasan çok büyük bir azar yiyecektik.”
Luhan tek elini Soo’nun beline sararak yanağına ufak bir öpücük bıraktı.
“Sorun değil sevgilim.”
Yüzümde büyük bir iğrenti ve öfkeyle gözlerimi irileştirerek onlara baktım. Bunu hala sindiremiyordum. Soo kızararak geri çekildi ve bana baktı. Kafasıyla Luhan’ı işaret etti. Kaş göz işaretlerinden anlaşılırsa teşekkür etmemi bekliyordu. Luhan’a dönerek dibine kadar gittim.
“Değerli vücudumu arabana sokma nezaketine girerek seni onurlandırdığım için minnettar olmalısın. Ahh. Teşekkürün kabul edildi.”
Luhan’ın gözlerini devirişine aldırmayarak Soo’ya döndüm.
“Yürü hadi. Düş önüme.”
BAEKHYUN
“Bana bundan sonra Yeol diyeceksin Baek. Ağzından hyung kelimesini duymak istemiyorum. En azından bana karşı.”
Beni arabaya sürüklediğinden beri konuşup, bana emirler veriyordu. Kollarımı göğsümde birleştirmiş bitmesini bekliyordum. Ancak sabrım kalmamıştı.
“Beni seviyor musun?”
Dev çocuk sorduğum soruyla bir anlık direksiyon kontrolünü kaybettikten sonra toparlandı.
“Ben…Ne?”
“Beni… seviyor musun?” tek kaşımı kaldırdım. Okula gelmiştik. Arabayı durdurduğunda kafasını bana doğru çevirdi. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Böyle konuşacağımı tahmin etmemişti. Gerçek Baek yüzünü gösteriyordu. Yavaşça yüzüne yaklaştım.
“Sandığın kişi olmayabilirim Yeol. Ruhum sandığın kadar masum olmayabilir. Savunmasız ve acınası olmayabilirim. Senin ilk öpücüğünü aldığın ve iki üç piçin elinden kurtardığın Baek. Borcun olan Baek. Sana ait olduğunu düşündüğün Baek. Sana gerçek kişiliğini değil de insanların görmesini istediği kişiliğini göstermiş olabilir. Korkmuyor musun?”
Chanyeol anlamını çözemediğim gözlerle bana bakıyordu. Birkaç saniye gözlerimin içine baktıktan sonra elleriyle yanaklarımı kavradı ve dudaklarıma yapıştı. İşte yine yapmıştı. Aklımı başımdan almıştı. Tek düşündüğüm beni öpen sıcak ve yumuşak dudaklardı. Gözlerimi kapatıp öpücüğe karşılık verdim. Geri çekildiğinde gözlerini açarak nefesini yüzüme verdi.
“Baek…beni…korkuttun…ancak…bu daha önce hiç tatmadığım bir duygu. Ve ben bu duygunun bağımlısı oldum sanırım. Senin tarafından…korkutulmanın…”
Gözlerimi şaşkınlıkla açtım. İlk defa böyle bir şey duyuyordum. Aslında bu yüzümü de ilk defa birine gösteriyordum. Yeol etkileyici bir şekilde güldü.
“Şimdi derse git sevgilim. Çıkışta burada olacağım.” S-sevgilim mi? Tekrar yüzüme yaklaşıp dudaklarıma derin bir öpücük bıraktıktan sonra üzerime eğildi. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken iyice üzerime yüklendi. Yüzü dibimdeydi. Bedenini üzerimde hissediyordum. Birden üstümdeki ağırlık gittiğinde kapının açılmış olduğunu fark ettim. Yanaklarım kızarmıştı. Kandırılmış gibi hissediyorum. Başımı sallayarak arabadan dışarı çıktım.
KAİ
Chanyeol’ün arabasından inen Baekhyun’un ve Luhan’ın arabasından inen Soo’nun birbirlerini gördüklerinde verdikleri tepkiler görülmeye değerdi. Aynı anda birbirlerinin isimlerini kekelemişler ve birbirlerine koşup okula doğru ilerlerken fısır fısır konuşmaya başlamışlardı. Chanyeol’e başımla selam verdikten sonra hızlı adımlarla okula yöneldim. Sol cebimde titreyen telefonu elime alarak numaraya baktım. Telefonu anında açıp kulağıma yaklaştırdım.
“İyi günler Bay Kim.”
“İyi günler Bay Park.”
“Benimle görüşmek istediğinizi söylemişsiniz.”
“Evet Bay Park…mm…bugün saat…-kolumdaki saate baktım.- Beş civarı müsait misiniz?”
“Ah, tabi. Sizin için her zaman vakit ayırabilirim Bay Kim.”
Gülümsedim. Yapmak istediğim şey hakkında kimsenin bir fikri yoktu. Ancak yakında, çok yakında öğreneceklerdi.