BÖLÜM 23

3.4K 128 2
                                    

SOO
Hayatımda duyabileceğim en sıkıcı melodiye sahip okul zilini duyduktan sonra başımı sıradan kaldırdım. Lanet okuldaki lanet bir gün daha bitmişti. Sırada doğrularak esnedim.
“AAAAĞĞĞHHH.”
“Oksijenimizi tüketme Soo, bize de lazım.”
“Sen fotosentez yapabilecek kadar gelmişmiş bir canlısın Baekkie.”
Boynumu kıtlatarak ayağa kalktım. Masada ki fizik kitaplarını toplayıp, çantama tıktım. Baek de toparlanıyordu. Çantamı tek omzuma asıp sınıf kapısına doğru ilerledim. 
“Tuu maç, nooyaa, yoor laav, igoon ovırdooz…”
Sınıf kapısına yaslandım. Elimi sol cebime atarak çalan telefonu açtım ve kulağıma götürdüm. 
“Soo?”
“Efendim Lu.”
“Okulun kapısındayımsevgilim. Bu akşam seninle yemek yiyeceğiz. Beni bekletme. Ha bu arada Yeol de burada. Baek diye ağlıyor. Onu da al ve hemen gel.”
“Ama Lu-“ DIT DIIT DIIIIT. Telefon kapanırken sessizce başımı eğdim. Her ne kadar Jongin hyung Taemin hyungtan korkusuna susmaya çalışsa da ona Luhan’la akşam yemeği yiyeceğimi nasıl söyleyebilirdim? Derin bir iç çekerek hızlı aramalarda biri tuşladım ve telefon çalarken Baek’e döndüm.
“Yah! Seni uyuşuk. Acele et biraz. Sevgilin aşağıda seni bekliyor.” Baek’in Porno-izledim-geçmişi-silmeyi-unuttum tarzındaki yüz ifadesine gülerken telefon açıldı.
“Hey, Soo.” Duyduğum sesle gözlerim parladı.
“Taemin hyung?”
“Benim Soo. Jongin bulaşık yıkıyor.” Kahkaha atmamak için kendimi zor tutarak Tanrı’ya şükürlerimi ilettim. 
“Hyung…mm…ben…bu akşam…Luhan’la yemek yiyeceğim…”
“Eve gelecek misin?” Alaylı tını. Kahretsin. Hava birden sıcak olmuş gibiydi.
“Mm…ben…yani…evet, tabi.” Telefondan birkaç hışırtı sesi geldi. Taemin hyung konuşuyordu, ancak benimle değil. Net duyabilmek için telefonun sesini yükselttim.
“Jonginnie, Kyung Soo bu gece Luhan’da kalacak. Haberin olsun.” Gözlerimi irileştirdim. Hyungun kalp atışlarını buradan duyar gibiydim. Ve sinirle atan damarının sesini. Arkadan Jongin hyungun bağrışları gelmesine rağmen Taemin hyung güldü.
“Soo? Abin “tabiî ki olur” diyor. İyi eğlenceler. Ha bu arada çok fazla ağrın olursa yarın okula gelme. Ahahasfasdf.”
Pat. Telefon kapandı. Yutkundum. Gerçekten bir şeyler olacak mıydı? Buna hazır mıydım? Sikeyim sikilmişliğinin siktiği sikikliği. Gözümün önüne gelen ve hiç hoş olmayan sahneler Baek’in sesiyle kesildi.
“Soo? Hadi ama, geç kaldık. Bütün okul boşaldı.”
Baek beni kolumdan tutup çekiştirerek okuldan çıkartırken aklım “boşalmak” kelimesinde takılı kalmıştı. Kafamı iki yana salladım. Testesteron hormonlarının hipofiz hormonlarının yerini almasına izin veremezdim. Okuldan çıktığımızda, kapının önüne park edilmiş araçların yanına doğru ilerledik. Luhan ve Chanyeol hyung arabalarına yaslanmış bizi beklerken konuşuyorlardı.

LUHAN
“O çocuğun hala senin yanında durabiliyor olması büyük şans Yeol.”
Chanyeol tek kaşını kaldırdı.
“Neden?” Gayet sıradan bir şey söylüyormuşçasına omuz silktim.
“Gerçekten öküzün tekisin.”
Chanyeol başını geriye atarak kahkaha attı. Kahkahası kesildiğindeyse ayağını sertçe bacağıma geçirdi. Refleks olarak hafifçe öne eğilip acıyla tısladım. 
“Ahh! Seni s-“
“ÖHÖM.”
Devamı pek hoş olmayan cümlem Yeol’ün uyarıcı nitelikteki öksürüğüyle kesildi. Soo ve Baekhyun gelmişti. Kafamı çevirerek sahip olduğum mükemmeliyete baktım. O gün hastane tuvaletinde neden Soo’yu öptüğümü bilmiyordum. O an aklımdan neler geçtiğini… intikam için olup olmadığını… ancak emin olduğum tek bir şey vardı ki onu öptükten sonra hissettiğim şey intikam olamayacak kadar güzeldi.

FLAŞBAEK
Başımı musluğun altına götürerek soğuk suyun dudağımın kenarındaki kanları temizlemesine izin verdim. Sehun için Kai’ın beni hırpalamasına izin vermiştim. Ancak bana olan sinirini çıkartırsa buraya gelebilirdim. Başımı kaldırarak aynaya baktım. Birkaç sarı tutam terden alnıma yapışmıştı. Dayak yemek için bile efor sarf etmen gerekiyordu. Ellerimdeki kanları ovuştururken kapı açıldı. İçeriye ufak, siyah saçlı bir çocuk girdi. Aynadan baktım. Soo. Paytak adımlarla tuvalete girene kadar onu izledim. Bu çocuğun bilmediğim bir yanı beni kendine çekiyordu. Ellerim temizlendiği halde oyalanmaya devam ettim. Kısa süre sonra Soo kabinden çıkarak ellerini yıkamak için musluklara yöneldi. Benim varlığımı fark edemeyecek kadar dalgındı. Ellerini yıkadıktan sonra avuçlarını birleştirdi ve su doldurarak yüzüne çarptı. Beyaz tenden akan su damlalarını izlerken yutkundum. Aklımda başka hiçbir şey kalmamış gibi hissediyordum. Ağzım açık kalmıştı. Aynada kendine bakan kusursuz gözleri izlerken gerçek olduğuna inanmak istercesine gözlerimi kırpıştırdım. Onu daha önce defalarca görmüştüm… ama böyle hissettirmemişti. Eline aldığı peçeteyle yüzünü kuruladıktan sonra tek elini saçlarına daldırdı ve karıştırdı. Buraya kadardı. Daha ne yaptığımı anlayamadan kendimi Soo’nun üzerinde buldum. Ufak beden soğuk duvarla arama sıkışmıştı. Tek elimi duvara dayayıp gözlerine baktım. Korkuyla açılmışlardı.
“Lu-Luhan hyung… Ne yapıyorsun?”
Sorusuna cevap olarak boşlukta kalan elimle belini kavradım ve iyice kendime yaklaştırıp dolgun dudaklara yapıştım. Tanrım. Bu. Mükemmel bir histi. Soo ellerini göğsüme koydu ve beni itmeye çalıştı. Karşılık vermeyişi sadece beni daha çok hiddetlendirmişti. İki elimi de beline sardım ve onu hareket edemeyecek şekilde kendime kenetledim. Dudakları neredeyse aralanmıştı. Onun dudaklarını zorlarken dudağımdaki yaranın tekrar kanamaya başladığını hissettim. Elimde olmadan acıyla inledim. Soo kanımın tadını almış olmalı ki endişeyle gözlerini açtı. Onun bu anını fırsat bilerek dilimi küçük ağızdan içeri soktum. Dilim onunkine değdiğinde Soo pes etmişlikle gözlerini kapattı ve kollarını boynuma dolayarak beni kendine çekti. Dakikalar sonra geri çekildiğimde nefes nefeseydik. Alnımı onunkine dayadım.
“Benim ol Soo.”
“Ne?”
“Sana… ihtiyacım var.” Soo ilk başta ifadesiz gözlerle bana bakarken birden gülümsedi.
“Xiao Lu?”
“Mm?” bana bu şekilde hitap etmesi hoşuma gitmişti.
“Bu andan itibaren bana aitsin.”

The DevilHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin