"Deniz ilaçlarını aldın mı?"
Mutfaktan seslenen annemi hiç duymamış gibi yapıp kitabıma gömüldüm. Annem başıma dikilinceye kadar geçen süredeyse yanlızca bir sayfa okuyabilmiştim. O bir sayfadaysa okuduğumdan anladığım tek şey Zümrüt'ün adıydı çünkü annemin evin içinde giydiği topuklu pofuduk terliklerinin sesi her saniye bana bir adım daha yaklaşıyordu ve bu kitaba konsantre olmamı engellemişti.
"Deniz diyorum duymuyor musun acaba?" diye söylenirken elinde bir bardak su ve haplarım duruyordu. Ben de tıpkı onun gibi "Kitap okuyorum görmüyor musun acaba?" diyerek dünyanın en asi kızı konumuna geçtiğimi düşünüp koltukta yayılmış bedenimi oturur hale getirdim.
"Hem bu hapları içmek istemediğimi bin kez söyledim, sevgili doktorum bence hiçbir şey bilmiyor içim hala cansız çiçeklerle kaplı görmüyor musun? Rahat bırak lütfen beni birbirimizi yormayalım. Sen hayatına devam bense ölülüğüme." diye homurdandım.
Annem bu sinirli sözler karşısında oldukça kırılmış bir şekilde yanıma oturdu, elindeki haplarımı ve suyu hemen yan tarafımızda ki ahşap masaya bıraktı. Sonrasındaysa "Prensesim bana bak." diyip yüzümü avuçlarının içine aldı, gözlerini gözlerime dokunurdu ve oldukça yumuşak bir sesle devam etti " Sadece senin iyileşmeni istiyorum, hayatına devam et istiyorum Deniz. Ruhsal problemlerin senin suçun değil birlikte hepsinin üstesinden gelebiliriz. Seni sevenlerden yardım almak kötü değildir."
İşte o hep böyleydi yumuşak kalpli, dünyayı prenseslerin ele geçirdiğini ve her şeyin toz pembe olduğunu düşünürdü ama olaylar hiç de düşündüğü gibi ilerlemezdi. Bu yüzden ona ve genellikle herkese karşı çok öfkeliydim ama tartışmakla hiçbir şey elde edemeyeceğimi uzun bir zaman önce anlamıştım. Sadece bazen kendime hakim olamıyordum işte.
Bu konu üzerinde fazla durmamak adına size kısaca ailemi tanıtabilirim. Annem, yani şu an iki avcu arasında yanaklarımı sıkıştıran kadın Feray Ezgi namı diğer meşhur manken süslü hayatının arasında henüz daha küçükken yaptığı bir kaza sonucu olan ben. Birde babam, iş adamı Fırat Ergü. Onun hayatıysa annemin hayatıyla zıt bir ciddiyet içindeydi. En basitinden onun hayatında pembe diye bir renk bulunmazdı, iş hayatının gri bulutları üstündeydi hep. Bu yüzden hiç evlenmemişlerdi bile bense yıllardır ki bu tam olarak 20 yıla tekabül ediyordu. İşte bu 20 yılda onların arasında yüzlerce kez mekik dokumuştum. Neyse ki birbirleriyle olmadığı gibi başkalarıyla da şanslarını denememişler, ikisi de hiç evlenmemişti. İşte hayatımdaki tüm şansı burada kullanmıştım. Piyango bir üvey anne, baba ya da kardeş hayatımı daha da katlanılmaz bir hale getirebilirdi. Böylesi zaten oldukça acımasızcaydı.
İkisinin arasında kalmak tam anlamıyla beni delirtmişti. Çok ilgili; kızını güzel bir prenses olarak yetiştirmeye çalışan, Alice harikalar diyarından fırlamış gibi bir anne ve yine çok ilgili; kızını iş hayatının o dolambaçlı yollarına hazırlamaya çalışan, eski türk filmlerinden fırlamış gibi bir baba sayesinde bipolar olmuştum.
Doktorlara böyle söylediğimdeyse bu düşüncemin yanlış olduğunu hastalığın böyle ortaya çıkmadığını söylerlerdi. Her bir doktor tıpkı anlaşmaya yapmış gibi şu cümleleri kuruyordu " Denizciğim hastalığın böyle gelişen bir seyri yok fakat stres durumundan dolayı daha fazla baskılanmamış ve ortaya çıkmış oldu aslında bu iyi çünkü tedavi olmak her zaman tedavi olmamaktan ve hasta olduğunu bilmek her zaman hasta olmadığını düşünerek geçirdiğin zamandan iyidir". İşte tam olarak bu yüzden onlara olan güvenim eksi kavramının da altındaydı.
Fakat zamanla her şeyi kabullenmiştim. Bazen hayat böyleydi. Ne yaparsan yap senin doğrularından bağımsız binlerce doğru çıkardı ortaya. Bu yüzden bunları düşünmek oldukça gereksizdi.
Sonunda gereksiz düşüncelerimden sıyrıldığımda annemi ve kendimi daha fazla yormamak adına annemin avcuna küçük bir öpücük kondurup geriye çekildim. Kitabı kaldığım yere dikkat ederek bir kenara bıraktım, suyu ve haplarımı masadan aldım ve "Mutlu oldun mu kraliçe?" diye homurdanarak hapları ağzıma attım ardı sıra içtiğim suyla birlikte onları midemin derinliklerinde bir yerlere gönderdim fakat orada pek duracaklarını zannetmiyordum sadece birkaç dakika sonra beynime yükselip horon tepmeye başlarlardı.
Annemse her zamanki gibi haplarımı almama sevinmiş neşeli bir sesle " Evet canım prensesim şu an benden daha mutlu bir insan yoktur." diyip elimdeki boş su bardağını alarak mutfağa geçti. Her zamanki rutin buydu, bu kadardı.
Sıradaysa yine kalbimi sızlatacak olan Deniz faktörüyle olan fotoğraflarımızla küçük bir hasret gezintinsi ve biraz bunalım takılmak vardı. Neredeyse bir yıldır ondan uzaktım. Oysa beni hiç hatırlamıyordu bile. Ona kızmıyordum, kızamazdım da zaten böylesi en kabul edilebiliriydi. Onun için de benim için de adilaneydi.
Fakat kurumuş güllerim onu gördüğü her seferde hafif canlanır ve sanki kalbimde bir bahar meltemi varmış gibi etrafa güzel kokular yayardı.
Eğer bugün bir uğur böceği görürsem akşamında ona yazacağım, diye geçirdim içimde. bu kadar özlem çok fazlaydı, onu öylesine özlemek ve ondan ölesiye ayrı kalmak çok fazlaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYI
Short StoryBir kaza, bir hafıza kaybı, bir kaçış, bir hastalık, yan yana dans eden iki kalp, arada yüzlerce kilometre. Bir adam ölümle dans ediyor. Bir kadın, kadın ölüm. Yaşam, ölüme aşık olmuş. Ölüm ilk defa birinden korkmuş, kaçıyor. Ölüm, yaşama elini u...