Ameliyat çıkışı uyandığımda şiddetli ağrılarla karşılaşacağımı düşünürken, sadece beni içine hapsetmiş dipsiz bir boşluğa sarılıyordum ve anestezi teknisyeninin kafamın dibinde zırvalamalarını duyuyordum. Doktor gelip ameliyatımın çok başarılı geçtiğini ve beni bir gün içinde taburcu edebileceklerini söyledi ve bir kaç saat sonra gelip gözümdeki bantları da çıkardılar.
"Ben tuvalete gidiyorum" anestezinin etkisiyle ameliyattan çıktığımdan beri düşündüğüm tek şey çişimin geldiğiydi.
"Dur yardım edeyim, sen kıpırdama."
Homurdandım, yine evhamları tutmuştu. Bana ölümcül vakaymışım gibi davranması aşırı sinirimi bozuyordu. Tipik anne işte
"Gerek yok anne alt tarafı 1-2 saatlik bir ameliyat geçirdim iyiyim bak yürüyebiliyorum bacaklarımı kesmediler yani."
"Amma inatçısın Gökçe, iyi tamam git gel bekliyorum seni. Sonra kafeterya ya inip kahve içeriz."
"Tamaaaam." Diyerek yataktan sıyrıldım. O kadar uzun süredir yatakta yatıyordum ki bacaklarımı artık hissetmediğimi fark ettim. Sanki boşlukta sallanan birer et parçasıymış gibi.
Odanın kapısını araladığımda hastanenin o ağır ilaç kokusu suratımı ekşitmeme sebep oldu. Oldum olası sevmezdim burayı. Her hastalığımda annem beni hastaneye sürüklemeye çalışsa da inatçılığımla bu savaşı tabii ki de ben galip gelirdim. O iğrenç havayı temas etmektense güzel atıştırmalıklarımı alıp film izlerken sümük silmeyi tercih ederim.
Tuvalete girmeden önce koridorda bacaklarım biraz açılsın diye turladım. Koridorun sonuna yaklaştıkça aslında bana hiç de yabancı olmayan, genzimi yakacak kadar güzel olan o baharat kokulu parfüm burnuma ilişti. İçimden o an bir şeyleri kopardılar sanki. Onu içten içe istesem de, hâlâ bunu kendime yediremiyordum. Dünyada bu parfümü kullanan bir o yok ya diye mırıldandım kendi kendime.
Tuvalete girdiğimde ilk işim aynadan kaymış tipime bakmak oldu. Kendi suratıma öyle tiksinerek baktım ki aynaya kusacaktım resmen.
Gözlerim ve göz altlarım tamamen mor rengine ve tonlarına bürünmüştü. Yüzümün rengi bir ölü kadar cansızdı ve kahretsin ki o saçlar... Bana elektrik falan mı çarptı acaba diye düşünmeye başladım. Yüzüme bir kaç kere su çarparken o iğrenç durumdaki saçlarım yerinde durmamaya inat ediyordu o anda aynı koku bu sefer çok daha keskin bir şekilde burnuma ilişti. Tam kafamı kaldırıyordum ki önüme düşen saçlarımın hepsini birisi tutup boynumda birleştirdi.
O buradaydı.
Tam şu an, benim yanımda ve muhtemelen uzun zamandır beni izliyordu. Kalbimin teklemesine engel olamayarak kafamı kaldırdım. Aynanın yansımasından uzun bir süre birbirimizi izledik. Onca güvenlikten geçip buraya nasıl girmiş olduğunu bile umursamadım. Zihnimin içinde dolaşan tek bir soru vardı; O da Savaş'ın beni tekrar kaçırmaya çalışmak gibi bir deliliğe kalkışıp, kalkışmayacağıydı. Göğsüm acıyla kıvrandı. Eğer böyle bir şey olursa Annemin tekrar nasıl yıkılacağını düşünmek bile istemiyordum. O gözlerimin içine bakmaya devam ederken,
Titrek bir sesle "Lü-lütfen Savaş, git burdan şimdi." dediğimde çene kemiklerini öyle bir sıktı ki dişlerini kıracak sandım.
"İşte buradayım Gökçe. İlk defa olmak istediğim yerdeyim biliyor musun?" Bunu tam kulağıma eğilerek söylemişti ve nefesi vücudumu gıdıklıyordu. Bunu yapmamalıydı, izin veremezdim. Bilinçaltımla bir oyuncak gibi oynuyordu ve ben de ona tam olarak istediğin veriyordum. Güçlü duracaktım.
"Ama ben senin yanında olmak istemiyorum. Ya sen neyi anlamıyorsun hâlâ?! Şu halime bak, şu yüzüme bak. Hepsi senin eserin." bağırmak istesem de bunların hepsini titreyen çenemle söylemiştim. saçlarımdaki elini sert bir şekilde iterek ona doğru dündüğümde bile gözünü bir saniye suratımdan ayırmadı.
"Zaten bok gibi olan hayatımın içine gelip bir de sen sıçtın Savaş! Yeter benimle oynama artık. Ben sana göre değilim, Kendine takıntı edecek başka bir-"
Güçlü elleriyle boynumdan tutup beni kendine çekti. Dudaklarıma yapışırken daha önce hiç olmadığı kadar derin ve şefkat duygusuyla öpmeye başladı beni. Ben karşılık vermedikçe genzinden erkekçe bir hırlama geliyordu. Burnundan soluyup hızlıca beni bırakıp gözlerimin içine baktı.
"Çok konuşuyorsun, konuşma. Sonra seni susturmak için bu yola başvuruyorum." Elinin tersiyle düşüncelerini itmek ister gibi boşlukta sallayıp neyse diye homurandı. "Şimdi gidiyorum." Elime hızlıca bir kağıt sıkıştırdı. "Artık zorlamak yok. Eğer bir gün tekrar beni yanında istersen bu numarayı ara. Seni gelip alacağım ve her şey daha farklı olacak söz veriyorum."
Moraran göz kapaklarıma bir öpücük kondurduktan sonra siyah kapşonlusunu kafasına geçirip hızlıca etrafa bakarak kapıdan çıktı. Arkasından baktım, sırtını izledim. Onu bile özlemiştim.
Kalçamla tuvaletin mermerine dayanarak ayakta durmak için destek aldım. İşte bunu yapıyordu. Bendeki etkisi buydu, beni her öptüğünden sonra sadece bir et parçası gibi hissedip yığılmama sebep oluyordu.
Elime sıkıştırdığı kağıda baktım.
Bir numara ve altına da küçük bir not: "Benimle gelmek isteyip beni aradığın gün, çilek kokan rujunu sür." Pislik diye haykırdım içimden. Sonra aynaya bakıp kendimi kontrol edemeyerek
"PİSLİK!" diye bağırdım. O sırada tuvalete giren bir teyze bana anlamsız gözlerle baktı. Haklıydı şu tipimi gören beni deli sansa yeriydi. Koridora çıkıp pencereden arka kapının çıkışını izlerken gözüme bir şey çarptı "siyah audi a7." O araba, muhtemelen Koray ve Selin de içindeydi.
Bir şeyler döndüğünü farkedince korku içimde sonu olmayan bir zehir gibi akmaya başladı. Geçtiği her yeri yakmasını da başarıyordu üstelik. Sanırım yine başa dönüyorduk...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
TAKINTILI
Teen Fiction''Nereye gidersen git, bulurum seni Gökçe. Benden kaçamazsın." Peşimde beni takip eden karanlıklar ülkesi. Kaçtıkça içine hapsetmek istercesine her daim arkamda. "Birisine aşık olacağım aklımın ucundan bile geçmezken, Savaş'ın gözlerindeki dipsiz bo...