İçeri girdiğimde, Mark Hyung yatağında uzanıyordu. Beni gördüğünde kalktı ve yanıma doğru geldi, yüzündeki samimi ifade gerginliğimi alıyordu.
Üstüne siyah hafif bol bir eşofman ve siyah derin v yakalı bir tişört giymişti, böyle bile çok güzeldi, ben ise gri bol eşofmanım ve beyaz tişörtümle gayet çirkindim. Kablosuz kulaklıklarından gelen sesi dışardan da duyabiliyordum çünkü müziğin sesi yüksekti, yinede tekini kulağından çıkardı ve bana verdi.
"Önce kahve alalım sonra balkona çıkarız Donghyuck."
Tam yanımdan geçip gidecekken elini ellerime hapsettim. Hangi cesaretle yaptığımı inanın bilmiyordum ama artık risk alıyordum, e kaybedecek bir şeyim de kalmamıştı sonuçta. Fakat Mark Hyung beni şaşırtmış ve sıkıca elimi tutarak mutfağa yönelmişti. Şu an 127 yurdundaydık, Taeyong Hyung bizi görünce kafasını kaldırıp gülümsedi fakat bunu bir tek ben fark ettim çünkü artık ezberlediğimiz yurtta yürürken Mark Hyung bir elinde telefon bir şeyler yapıyor diğer eliyle de elimi tutuyordu. Acaba telefonumu cebimden çıkarıp gizlice ellerimizi çeksem fark eder miydi?
Mutfağa girince telefonunu cebine koydu, hala elimi bırakmamıştı ve kulaklıktaki Skillet-The Last Night kulaklarımı dövüyordu. Bu kadar yüksek sesle dinlemese de olurdu sonuçta, kahve bardaklarımızı tek elle çıkarıp masaya koydu. Toz kahvenin kapağını açtı ve bardakların içlerine tozu yeteri kadar koyup kapattı. Ocaktan önceden ısıtılmış ve hala soğumamış olduğu üstünden çıkan dumandan belli olan kaynar suyu bardaklara doldurdu. En son süt tozu döktü ve diğer eliyle bana fincanı uzattı. Kendi fincanını da aldı ve balkona çıktık. Hala aynı müziği dinliyorduk, baştan baştan bir daha çalıyordu. Ve hala ellerimiz bir arada idi, balkona çıkana kadar.
Sessiz ve sakin bir biçimde havadan sudan konuştuk ve kahvelerimizi içtik. Doyoung Hyung bir ara yanımıza geldi ve uyumamızı söyledi. Ben de tam şu an odamıza gidiyordum çünkü Mark Hyung biraz yanlız kalmak istediğini söylemişti. Tam kulaklığı Mark Hyung'un eline tıkıştırmış balkon kapısından çıkıyordum ki bana seslendi.
"Bu sana dinlettiğim şarkıyı biliyorsun değil mi Donghyuck-ah?"
"Evet Hyung. Skillet-The Last Night." dediğimde aksanıma güldü. Gerçekten ingilizce çalışmalıyım.
"Anlamını biliyor musun?"
"Hayır Hyung." dedim. İçimden de geçirdim; Ben senin gibi yüksek sesle aynı metal müziği sabahtan akşama kadar dinlemiyorum ve Kanada'dan gelmedim, ingilizcemin berbat olması doğal.
"Güzel, anlamını araştır. Bu şarkıyı sana söylemek isterdim."
Gülümsedim. Mark Lee bana şarkı söylemek istiyordu. "İyi geceler, Mark Hyung."
O da yüzünde güzel bir gülümseme ile bana baktı. "Sarılmayı unuttun sanırım."
Heyecanlanmıştım. Kısa mesafeyi koşarak geçtim, ona sarıldım ve kokusunu içime çektim. Vay canına! Mark Lee'nin boynuna kafamı gömmüştüm ve ellerimi ince beline dolamıştım. Oda ellerini omuzlarıma sarmıştı. Sanırım otuz-kırk saniye kadar öyle kaldık. Ve Mark Lee gerçekten çok güzel kokuyordu...
Utanmıştım. Kafam hafif eğik kapıdan çıkarken bana seslendiğini duydum.
"İyi geceler Donghyuck-ie."
~~~~~
Skillet- The Last Night şarkısı kitabın ana teması gibi bir şey aslında o yüzden medyaya türkçe çevirisini koydum, açılmazsa youtube'a uğrarsınız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Backstage/MarkHyuck
FanfictionSM Entertainment, MarkHyuck shiplendiğini fark eder. Bu yakıştırmanın, grubu aslında ünlendirdiğini de öğrenir. -(yarı)texting story- ▪▪▪▪▪▪▪▪▪▪▪▪▪▪▪▪▪ Burunlarımız çarpışırken fısıldıyor. "Sonsuza dek." İkimizde birbirimize gülümsüyor...