3.0

3K 171 271
                                    

Otuzuncu bölüm şerefine uzun ve soft bir bölüm. Yorumlarınızı eksik etmeyin. İyi okumalar :))

~~~~~~~~~~

Yattığım çıplak göğüsten kafamı kaldırdım. Donghyuck masumiyet timsali bir şekilde uyuyor, yarım açık dudaklarından çıkan hava yüzüme vuruyordu. Gülümsedim.

Biz yine birdik işte.

Asla Mark ve Donghyuck olarak kalamıyorduk. En sonunda yine MarkHyuck'a dönüyorduk. Şahsen ben bundan gayet mutluydum.

Donghyuck'un buğday rengi göğsünde parmağımı bir aşşağı bir yukarı oynattım. Dün tırnağımla boydan boya çizmiştim gövdesini. Oralar kıpkırmızı olmuştu. Boynunda da tırnak izlerim hala duruyordu. Umarım çok acıtmamışımdır. Onu uyandırmak istemediğim için yataktan sessizce doğrulmaya çalıştığım anda kalçamda tarif edilemez bir ağrı hissettim.

Dün bana hiç acımamıştı Donghyuck. İlk başta popom alev alıyor zannetmiştim. Aish gerçekten 'uke' olduğuma inanamıyorum.

Dolaba zar zor yürüdüm ve kapağını ittirmeden önce aynada kendime baktım. Benimde boynumda çok belli olmayan tırnak izleri vardı. Kafamı yana yatırdım. Donghyuck'un uyandığını göz ucuyla görmüştüm. Fakat asıl sorun boynumdaki kızarmakla morarmak arasında kalmış lekeydi. Oraya dokundum. Azıcık sızlıyordu. Bir anda arkamdan iki kol belime dolandı ve başını boynuma gömdü. Ellerimi ellerinin üstüne koydum.

"Günaydın Mark." Bu hafif uyanık yarı uyuyor sesini daha önce de duymuştum ama sanki bu sefer daha farklıydı. "Sana da günaydın bebeğim." Kafasını boynumdan kaldırıp omzuma çenesini yasladı. "Sabahları konuştuğunda sesin beni gerçekten etkiliyor." Aynadaki yansımamıza bakarken sırıttım. "Senin her halin beni tahrik ediyor."

Gülerek geri çekildi Donghyuck. "Sen pasifsin kendine gel." Daha çok güldü. "Aman Tanrım sen gerçekten pasiftin." Bir elini ağzına kapatıp gülmesini durdurmaya çalıştı. Diğer elinin işaret parmağını bana doğrulturken geri geri gidiyordu. "Bundan sonra benim sözüm geçer Mark Lee." Ona doğru yaklaşmaya başladım. Arkasında yatak olduğunu görmüyordu. "Popon çok acıyor mu?" Kafasını geriye atarak kahkaha attığında belinden tutup sertçe yatağa koydum. Anında gülümsemesi silinip derin nefesler almaya başladığında sırıttım. Yüzüne yaklaşarak onu öpecek gibi yaptım. Gözlerini kapattı ve kollarıma tutundu. Dudaklarımızın arasındaki santimleri kapattım ve bir öpücük kondurup hafif geri çekildim. Sonra tekrar. Yedinci geri çekilmemde sızlandı. "Hadi ama!" Son kez öptükten sonra boynuna yöneldim. Ona da küçücük bir hickey armağan ettim. Kafamı geri çekip şaheserime baktım. Güzeldi.

Sabahın erken saatleri. Kafasını geriye atmış soluklanan bir Donghyuck. Saçları yatağa dağılmış. Dudakları çok az şiş. Boynunda benden kaynaklanan bir leke. Altın rengi teninde parlayan kırmızılıklar.

Çok güzel.

Üstünden kalktım ve dolaba yöneldim. "Hadi üstüne şunu geçir." Elime gelen bir tişörtü ona fırlattım. Kendime de bir tane seçip giyindim. Arkamı döndüğümde tişört elinde kaşları çatık bana bakıyordu. "Devamı?" Sırıttım. "Bu akşam."

"Ben uke değilim diye itiraz etmedin?"

"O tek seferlikti Hyuck. Bir dahakine hazırlıklı olacağım."

O kızararak tişörtümü üstüne geçirirken dolaptan dizleri yırtık bir kot pantolon giydim. Donghyuck eşofman ile kaldı. Kapı çalındı ve içeri bir görevli girdi. "Yarım saat içinde yemek masasında olun lütfen." Kafamızı sallayarak onayladık. Görevli çıkıp gitti.

Masanın önüne geçtim ve bolca kapatıcıyı boynuma döktüm. Tamamen ortadan kalkmıştı leke. Ton farkı olmasın diye yüzüme de sürdüm ve saçlarımı taradım, en son parfüm sıktım. Bileklerime bir kaç ince bilezik taktım. Gözüme numaralı lenslerimi de yerleştirdim ve masaya kalçasını yaslamış beni izleyen Donghyuck'a döndüm. "Sıra sende güzelim." Onu belinden yanıma çektim ve aynı işlemleri ona da yaptım. Kapatıcı, parfüm ve birkaç bileklik. Saçlarını yapmaya gerek yoktu. Ellerimi arasından geçirip düzelttim ve yanağına bir öpücük koydum. "Hadi gidelim."

Backstage/MarkHyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin