Ashton arabasını apartmanımın önünde durdurduğunda saat oldukça geçti. Gece yarısını devirmiştik, belki de ikiye doğru geliyor bile olabilirdi. Gergin bir şekilde oturduğum koltukta kıpırdanırken gözyaşlarımı tutmaya çalışıyordum. Calum'la yaptığımız onca kavga, söylenmemesi gereken onca söz ve en sonunda beni öylece bırakıp gitmesi aklımdan çıkmıyordu. Göğsümün ortasındaki o koca taş yerinden eriyip hiç kaybolmayacakmış gibi ağır hissediyordum. Kirpiklerimde rimel olmamasına rağmen birbirlerine yapışmış gibiydiler.
Aramızdaki gerginliğin farkında olmasına biraz da seviniyordum aslında. Sonuçta Calum'a karşı takındığı tavır hiç hoşuma gitmemişti. Michael ve Luke, Calum'un buradan bir süreliğine gidecek olmasına epey şaşırıp üzülürken Ashton beni rahatsız edecek derecede tepkisiz kalmıştı. Zaten birbirlerine karşı söyledikleri altı ne anlamlarla doldurulmuş olan cümlelerden sonra, onlar kadar samimi bir tepki vermeyeceğinin farkındaydım. Yine de beklentim dikkatleri üzerine toplamamak için rol yapması yönündeydi. Böylece beni kendisine karşı daha az kinle doldurabilirdi.
Fakat yapmamıştı.
Dördümüz arasında bir kavga olduğuna, Ashton'ın bu yüz seksen derecelik dönüşümünden sonra epey ikna olmuştum. Emma zaten bana karşı bir atak yapalı çok olmuştu ve... bu şaşırdığım bir şey de değildi. Sonuçta Ashton ile aramdaki şeyin başlangıcında olmamıza rağmen Emma o zamanlarda da bana bütün kinini ve nefretini kusuyordu.
Dolayısıyla benden yana pek de değişiklik oluşturduğunu söyleyemeyecektim.
Fakat Ashton ve Calum arasındaki şey fazla yeniydi. Ashton, daha kapıdan içeriye adımını atar atmaz meydan okumuştu. Calum'un karşılık vermemesi ise beni fazlasıyla düşündürmüştü. Ne diyebilirdim ki? Onlarla ne yapacağımı bilmiyordum. Daha Calum bile ne yaptığının farkında değilken, ben nasıl bir adım atabilirdim?
Üstelik karşı karşıya geçtiğimizde konuşamıyordu bile.
"Döndüğüme sevinirsin sanmıştım," dedi Ashton. En sonunda birileri, bölünmezse uzayıp gidecek olan bu sessizliğin farkına varmıştı. "Giderken de aramız pek iyi değildi. Döndüğümde toparlarız diye düşünmüştüm."
"Eğer Bali'ye gittiğini söyleseydin, elbette."
Sıkıntılı bir şekilde nefes alıp verirken başını koltuğa yasladı. Başımı çevirip ona ters ters baktığımı görmüyordu ama hissettiğinden de emindim. Neden böyle yorgunmuş gibi saçma sapan tavırlara girmek zorundaymış gibi hareket ettiğini anlamıyordum. Ne yapmıştı sanki yorulacak? Tam aksine sorumsuzca hareket etmişti. Eğer ikimiz adına bir şeyler düşünecek kadar sorumluluk sahibi bir insan olmuş olsaydı yalan söylemezdi. Ki bunu ilişki bakımından söylemiyordum. Biz her şeyden önce arkadaştık, eğer bu şekilde devam ederse de birbirimizi aynı ortamlarda görmeye devam edecek olan iki arkadaştık. Öylecek yalan söyleyip, sonrasında hiçbir şey olmamış gibi kollarımı boynuna sarmamı bekleyemezdi herhalde?
Çünkü bu çok bencilceydi. Her şeyden önce bu iki kişiden birinin arkadaşlığımızı da düşünmesi gerekiyordu ve o düşünen kişi kesinlikle Ashton değildi. Bunu anlamıştım.
"Calum mu söyledi?"
"Hayır, Luke söyledi— ayrıca, tanrı aşkına! Kimden duyduğumun ne önemi var ki? Bu herkesin içinde yalnızca bana yalan söylediğin gerçeğini değiştirmiyor."
"Annemlerin yanına gitmek istemedim, son anda gerçekleşmiş bir plan değişikliğiydi."
"Ama ben hariç herkese söyleyebileceğin kadar da vaktin varmış."
"Hadi ama June," dedi ela gözleri beni bulurken. "Aramızda bu şey olmaya başladığından beri sen daha fazla dersler ve daha fazla... onunlaydın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Autumn Leaves || hood
FanfictionSeneca der ki: Sarhoşluk kusur yaratmaz, zaten var olan kusurları ortaya çıkarır.