Bölüm 27

2.3K 188 76
                                    

"Daha ilk çaldığımda, parçadaki hangi melodinin içini kıpırdattığını tam olarak biliyordum ve her çalışımda o melodiyi ona küçük bir armağan olarak gönderiyordum; çünkü fark etmek için deha gerektirmeyen ve bende uzun bir kadans ekleme ihtiyacı doğuran, içimdeki çok güzel bir şeyin hatırası olarak aslında ona adanmıştı. Sadece onun için." 

 

Yere düştüğümde bedenimde bir şeyler, kalbimle birlikte kırılmıştı sanki. Bu bana çok fazla gelmişti. Neredeyse kapaklandığım yerden kıpırdayamıyordum bile. Gövdemden aşağısının hareket etmesinin en azından şu an içerisinde mümkün olmadığını çok fazla acıyla birlikte öğrendiğimde, bileğimdeki sağ bileğimdeki alçıdan birkaç çatırtılı sesin geldiğini duydum.

Bedenim alev alevdi. Böyle hissettiğim zamanlarda genelde Calum'un dokunuşunu hissetmiş oluyordum. Ama şimdi... yere yüzüstü kapaklandığım yerde bileğimde ve kaburgalarımda hissettiğim sızıya karşılık bağırmamak için kendimi sıktığımdan dolayı vücut ısım artıyordu. Şakaklarımdan çenemin kenarlarına doğru düşen damlalar hissediyordum. Fakat bunların gözyaşlarımdan mı yoksa ter damlacıklarından mı olduğunu ayırt edemeyecek kadar güçsüz durumdaydım.

Bu haldeyken hissettiğim tek şey hayal kırıklığı değildi. Öfkeliydim, ruhumda bir yerlerde bu insanlara karşı ayırdığım en büyük ve en güzel evin temelinde çatlaklar oluşmaya başlıyordu ve ben bunları ne kadar sürede onarabileceğimizi bilmiyordum. Bileğimdeki kırığın kaynaması için üç aya ihtiyacım olduğu söylenmişti. Tabii, şimdi ne kadar zamana ihtiyacım olduğunu bilmiyordum. Eğer alçı bu düşüşümden aldığım darbede bileğimi koruyamadıysa -ki hissettiğim ağrıdan koruyamadığını anlıyordum- bu süre uzayacaktı.

Ama şimdi ailem kadar sevdiğim bu insanlar için ayırdığım evimde oluşan çatlakları onarabilmeye kesin olarak bir süre veremiyordum. Belki de sonsuza dek böyle... olacaktı. Çatlaklar giderek büyüyecek ve en sonunda ev başıma yıkılacaktı.

Bunların sorumlusunun kendi evinde, benim arkadaşlarımla oturuyorken benim burada yere yüzüstü çakılıp sesimi duyurmamak için çığlıklarımı bastırarak kendimi sıkıyor olmamı kaldıramıyordum. Bu da bana çok fazla gelen şeylerden yalnızca bir tanesiydi. Yapamıyordum işte.

Acıyla düştüğüm yerde kıvranırken en sonunda alnımı parkeye yaslamak zorunda kaldım. Hala sağlam kalabilmiş olmasına şükrettiğim sol kolumu kaldırıp, dirseğimi zemine yaslarken tüm ağırlığımı onun üstüne vererek düştüğüm gibi bir kez daha doğrulmaya çalıştım. Fakat ağırlığımı verdiğimi hisseden uzvum bana tepki olarak kemiğimin kökünden başlayarak parmak uçlarıma kadar müthiş bir sızı gönderdi.

Holden gelen aceleci ayak seslerini duyduğumda artık hıçkırıklarımı da, çığlıklarımı da bastırma çabalarıma bir son vermek zorunda kaldım. Nasıl olsa olmuyordu da. Artık hiçbir şey için daha fazla çabalamak istemiyordum. Hala o yoğun bakım ünitesinde fişimi çekmiş olmalarını diliyordum. Böyle yaşamak çok zordu ve kime anlatırsam anlatayım, asla anlamıyorlardı. Asla anlamayacaklardı da.

Yürüyemeyen onlar değildi. İleride yürüyüp, yürüyemeyeceklerini bilmeyen onlar değildi. Aptal bilek kemiklerinin kaynaması için koskoca bir üç ayı devirmeye ihtiyacı olan onlar değildi. Nefes bile almakta zorlanacak kadar kaburga kemiklerinde sızlamalara sahip olan onlar değildi. Kafasında bilmem kaç tane dikiş olan onlar değildi. İleride terk edilecek olan onlar değildi. Tek başına kalmak zorunda olan onlar değildi.

Bu saydıklarımdan hiçbiri onlar değildi, benimle birlikte aynı yerden düşen Ashton Irwin bile.

Calum, odamın kapısına yaklaştığında durdu. Beni yerde bulduğunda sesli bir şekilde küfür ettiğini duymuştum. Yanıma doğru adımlarken kaç kere siktir diye mırıldandığını bir süre sonra sayamamıştım. Bütün dikkatim bileğimdeki acıdaydı.

Autumn Leaves || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin