30 Kasım 2013, Morristown, okuldan birinin partisinden sonra, June'un evinde;
Burnunu peçete yardımıyla sildikten sonra salonlarında ortada duran sehpanın üstündeki peçete yığınlarının üzerine fırlattı. Gözlerini avuçlarıyla kapatıp dizlerini kendisine çekerken ağlamaları bir an bile durmayacak diye ödüm kopuyordu. Ne yapmam gerektiğini bile bilmeden sadece June'a bakıyordum. Kanepede iyice yanına yanaşırken bir hıçkırık daha döküldü dudaklarından.
"June?"
"Dobby daha iyisini hak etmişti!" Kollarını bacaklarının etrafına sardı. Yüzünün bana çevirip, yanağını dizlerine yaslarken gözyaşları usulca diz kapaklarına doğru bir yol alıp damlıyordu.
Gülmemek için kendimi çok zor tuttum. Üç sene önce Ölüm Yadigârları Kısım 1'i izlemeye gittiğimizde de sinema salonundan çıkana kadar zırıl zırıl ağladığını hatırlıyordum. Kusana kadar çilekli süt içmesine annemle birlikte izin vermiş ve geceyi, bedeninde oluşması muhtemel olan kızarıkların geçmesini hastanede geçirerek beklemeyi göze almıştık. Zaten... tam da göze aldığımız gibi olmuştu her şey.
Üstünden üç sene geçmişti ve biz Harry Potter'ın bütün filmlerini kaçıncı kez izliyorduk bilmiyordum. Bir yerden sonra saymayı bırakmıştım. Aklımda kalan tek şey, Melez Prensi tam otuz dokuz kez izlediğimizdi.
Benimle birlikte otuz dokuzuncu işleyişiydi. Kim bilir ben olmadan kaç kere daha seyretmişti.
Yüzünün önüne dökülen ve ağladığı için gözyaşları altında ıslanan yanaklarına yapışıp asılı kalan saçlarını özenle omzunun arkasına doğru attım. Kirpiklerini kırpıştırmaya devam ederken bazı damlalar düşüyor, bazıları da ufacık bir halde kirpiklerinde kalıyordu. Harry Potter söz konusu olduğunda neden bu kadar küçücük, masum bir çocuğa dönüştüğünü anlayamıyordum. İlk başlarda yalnızca çocukluğunu ona hatırlattığını düşünürdüm, çocukken sevmeye heves ettiğimiz o hayranlıklardan olduğunu zannederdim. Ama vakit ilerledikçe ve onun için heves olduğunu düşündüğüm şeylerin hiçbiri geçmeyince, bunun June adına öylesine bir şey olmadığını anlamıştım.
Hogwarts mektubunun gelmesini beklemekten de öte bir sevgisi vardı.
"Üç yıl oldu," dedim kıkırdamamı bastırmaya çalışarak.
"Evet ve sen bu kez beni asla çilekli sütle kandıramayacaksın."
"Bunca zaman sonra da mı?"
"Her zaman!"
Gözyaşları arasından gülümserken çenesine parmaklarımı götürdüm. Sıska kollarını dizinin etrafından ayırıp dik bir şekilde otururken kanepenin herhangi bir ayrımında olması gereken kumandayı aramaya başladı. Dokunuşumdan kolaylıkla kurtulduktan sonra elinin tersiyle gözyaşlarını sildi.
"Devam edelim hadi—"
"Hayır, kesinlikle olmaz," kumandayı bulduktan sonra elinden aniden çektim ve ulaşamayacağını bildiğim için kolumu yukarı kaldırdım.
"Versene şunu!"
"Ağlamaktan sinüslerin çıktı!"
"Biliyorum ama bu seni ilgilendirmez pis böcürt."
Yüzümü buruşturdum. Aptal, salak, sersem, budala hatta ve hatta keriz demelerine yeni yeni alışmışken Rowling sayesinde basilisk ve böcürt kavramlarına da alışmak zorunda kalmıştım. June'a karşı adaptasyon sağlamanın bir sınırının olmadığını söyleyebilirdim. Her gün için bir yeniliği vardı ve hep sürprizlerle doluydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Autumn Leaves || hood
FanficSeneca der ki: Sarhoşluk kusur yaratmaz, zaten var olan kusurları ortaya çıkarır.