14 Kasım 2013, Morristown, Calum ve June'a dair bir şeyler
"Şu kitaptan hiçbir şey anlamıyorum!"
Arabanın arka koltuğunda iyice yayılırken ses tonum neredeyse isyan eder gibi çıkmıştı. Ben sırtımı diğer kapıya yaslamıştım, June ise kendi sırtını arkasındaki kapıya yaslamıştı. Evdeki sıcak tuttuğunu düşündüğü kalın, kahverengi tonların ağırlıkta olduğu battaniyelerden birini alıp bacaklarımızla karnımızı kapatacak şekilde üzerimizi örtmüştük. Termoslara hazırladığı sert filtre kahvenin birazından bile adam akıllı içememiştim, fakat June kendininkini neredeyse bitirmek üzereydi.
Ayakları bedenimin yanındaydı. En sevdiği kitap olan Sırça Fanus'u okumaya başlamam yalnızca matematik sınavında ondan daha düşük almamla birlikte iddiayı kaybetmem sonucu gerçekleşmiş zoraki bir eylemdi. Kitap, benim gibi okumak ve benzeri meziyetlerde bezi olmayıp beş para etmez bir hergele için fazla ağırdı. Ama June, anlamadığım yerleri ona sorabileceğimi söylemişti.
Bir de hiç durmadan abartıp durduğumu.
Ama abartmıyordum, yemin ederim. Karmakarışık şeyler okuyup kafasında bunları kurguluyor, belki de saatlerce haklarında düşüncelere dalıyordu. Birlikte uyuduğumuz gecelerin bazılarında okuduğu şeyler hakkında düşünmekten kendi kendinin uykusunu kaçırdığının farkındaydım. On yedi yaşındaki bir kız için fazla... ağır düşüncelere sahipti. Okulda, etrafta gördüklerimden ve genel anlamda 'yattıklarımdan' çok farklıydı.
Elbette çocukluk zamanlarımla kıyasladığımda ona olan hislerim sadece sevmekle kalmıyordu. Bazen bir manyak gibi onu arzuluyordum.
Ciddi anlamda arzulamaktan bahsediyordum bu arada. Basit bir şey değildi. Oldukça... yoğundu.
Yüzünü örttüğü kitabını indirip, gözlerimin içine dik dik baktı. Üzerindekinin benim AC/DC eşofman üstlerimden biri olduğunu henüz fark ettiğimde içten içe gülümsedim. June hakkında bir şeyler gerçekten farklıydı. Parlak, ela gözlerine baktığımda bütün bedenimin ılık bir hisle kaplanmasını sağlıyordu.
"Yine mi kıyafetimi çaldın?"
Yakalandığı için bir çocuk gibi yüzünü buruşturdu. Omuzunu silkerken üstündekinin bedenine biraz bile oturmadığını gözlemledim. O kadar büyük olmuştu ki, içine ayrı olarak giydiği sıfır yakalı gri tişörtünün kumaşı görünür vaziyetteydi. Saçlarını sağ omuzunun üzerinden atmış, tüm tutamları orada toplamıştı. Bembeyaz teni, düzgün ve çok da uzun olmayan tırnaklarına sürdüğü siyah ojeleriyle daha da belirginleşmişti sanki. Ellerinin üzerindeki damarların rengini seçebiliyordum.
"Çok rahatlar."
"June," dedim kıkırdayarak. "Pijama değil o. Okulda giyiyorum genelde ben onları."
"Neden beş yaşındaki kuzenim oyuncağını kaptırdığında ağlamaya başladığı gibi ağlıyorsun?" dedi kaşlarını çatarak. "Siz erkeklerin her şeyi daha güzel. Kıyafetleriniz, ayakkabılarınız, çoraplarınız bile. Renkli şeyler giymiyorum diye beni suçlayamazsın herhalde."
"Tamam ama en azından dönüşümlü giyelim. Dolabım bomboş kalmış."
Bedenimin yanında duran ayaklarından birini kaldırıp karın boşluğuma vurmak istedi ama reflekslerim hızlı oldukları kadar da kuvvetli oldukları için ayağını hemen yakaladım. June'la fiziksel olarak girdiğim kavgalarda zararlı olan taraf hep ben çıkıyordum. Tekmeleri çok sertti ve eli gerçekten de çok ağırdı. İleride hemşire falan olmak istemediği için kalan insan ırkı adına ona gerçekten minnettardım. Mendebur bir hemşire olurdu muhtemelen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Autumn Leaves || hood
FanfictionSeneca der ki: Sarhoşluk kusur yaratmaz, zaten var olan kusurları ortaya çıkarır.