"Lütfen bana hangi yolu izlemem gerektiğini söyler misiniz?"
"Bu, nereye gitmek isteğine göre değişir," dedi Kedi.
"Aslında nereye gittiğim pek umrumda değil..." dedi Alice.
"O zaman hangi yolu izlersen izle, fark etmez," dedi Kedi.
"...bir yere varsam yeter," diye tamamladı Alice sözünü.
"Ah, bundan kuşkun olmasın, kesinlikle bir yere varırsın, tabii eğer yeteri kadar yürürsen."◆
Gözlerimi açtığımda etraf karanlıktı. Calum'un odasının içinin yok denilebilecek kadar az bir şekilde aydınlanmasını sağlayan tek şey, ışıklarını asla söndürmeyen canlı New York'un pırıltılarıydı. Aslında insanı rahatsız bile etmeyecek kadar zayıf bir aydınlık vardı içeride. Ay ışığı, pencerenin ve yalnızca tülü çekili olan perdenin arasından son derece zayıf bir şekilde içeriyi selamlıyordu.
Calum'un kolu karnımın üzerindeydi. Beni kendisine çekmişti. Uyku halinde sakin soluklar eşliğinde nefesler alıp verdikçe göğsü çıplak sırtıma değiyordu. Hemen baş ucumdaki komidinin üzerine konumlandırılmış dijital saate gözlerim kaydı.
03:46
Derin bir şekilde nefes alıp verdim. Bu saatlerde nedensizce uyanıyordum, hep ama. Lavabo ya da su ihtiyacım olduğundan falan değildi. Lisedeki üçüncü yılımdan beri hiç atlamadan hep bu saatte gözlerimi açıyordum. Yeniden uykuya dalmam bazen biraz zaman alırdı, bazense gözlerimi kapattığımda hemen uykuya dalardım.
Belki de Calum'un hakkımda bilmediği tek şey buydu.
Calum'un karnımın üzerine sarılan parmak boğumlarını en gerçekçi haliyle hissederken kendime hâlâ bunun bir rüya mı yoksa hissettiğim bu sıcaklığın gerçek mi olduğundan emin olamadığımı sorup duruyordum. Uyanır uyanmaz böyle düşünmeye başlamam çok saçmaydı... biraz da anormal. Ama elimde değildi. Uzun zamandan sonra ilk defa birbirimize sarılarak uyuyorduk, ilk defa sabaha gözlerimizi açtığımızda içimizden birisi hiçbir şey yokmuş gibi davranmayacaktı.
Bu sabah güneş doğduğunda her şeyin daha farklı ve güzel olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı.
Calum'un karnımın üzerinde bekleyen elini tuttum. Sırtımı, içinde evimi sakladığı göğsüne iyice sindirirken tamamen uyku halinde olup, açıkta kalan omzumun üzerine sade bir öpücük bıraktığını hissettim. Uykusunu uyumaya kaldığı yerden devam ederken parmaklarımız birbirlerine tutundu, tenlerimiz birbirine olduklarından daha fazla temas etti.
Sıcacık nefeslerinin, ince ve düz saç tellerimin arasından tıpkı ay ışığının şu anda odamıza sızdığı gibi zayıf bir şekilde sızdığını hissedebiliyordum. Bu geceye kadar uyuduğum bütün uykuların bir anda anlamsızlaştığını fark ettim. Eğer onlar uykuysa... bu neydi? Bu gerçekten çok farklı ve tarif edilemez bir olaydı. Her insanın bunu yaşayabileceğini zannetmiyordum. En azından gerçekten bir adamı ya da bir kadını sevmeyen her insanın yaşayamayacağından emin olduğum kadar güzeldi.
Güneş doğduğunda kalkıp güzel, sıcak bir banyo yapacaktım. Sonra kahve içecektim. Bugün ikimizin de yapacak bir işimiz olmadığından dolayı Calum'un uyuyacağını ve benden daha geç uyanacağını biliyordum. Bu yüzden o uyanana kadar, önce babamı arayacaktım.
Uzun zamandır babamla konuşamıyordum. Onu çok özlemiştim. Belki de gelecek Noel'e onu ziyarete gitmeliydim ve bu sürpriz olmalıydı. İzlanda'nın en güzel zamanlarından biri olacağına hiç şüphem yoktu.
Babamı düşünüp, inceden inceden dudaklarımın kenarı yukarıya doğru kıvrılırken, aklımın köşesine annemin yüzü düştüğünde bu gülümsemeden eser kalmayacak şekilde solup gittim. Tıpkı yazı sağlam atlattığına inandıktan sonra sonbaharla birlikte kızarıp sararak dökülmeye başlayan yapraklar gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Autumn Leaves || hood
FanfictionSeneca der ki: Sarhoşluk kusur yaratmaz, zaten var olan kusurları ortaya çıkarır.